Türkiye’de eğitim bilimleri disiplininin tarihi oldukça eskidir. Cumhuriyet öncesinden de önemli bir birikimi vardır. Lakin yapılan çalışmaların eğitim hakkı yaklaşımını benimsemeleri, yakın sayılabilecek bir dönemde eleştirel eğitim politikası çalışan akademisyenler ve Eğitim Sen’de aktif olan eğitimciler tarafından gündeme getirilmiştir. Bunlardan en önemlisi bu satırların yazarının da aktif olarak katıldığı, Mart 2015’te Eğitim Sen tarafından gerçekleştirilen Demokratik Eğitim Kurultayı’dır. Kurultay’ın ana teması eğitim hakkı idi. Kurultay’ın Küresel Saldırılar Karşısında Eğitim Hakkı Komisyonunun giriş sunumunda şöyle denmektedir (Eğitim Sen, 2005:19).
“Hak kavramı “fırsat”, “şans” ve ayrıcalık gibi eşitsizlik içeren kavramların dışında düşünülmelidir. “….hak ve fırsat kavramları kesinlikle birbiri ile bağdaşmayan, birbirini dışlayan kavramlardır. Hakkın olduğu yerde fırsattan, fırsatın olduğu yerde haktan söz edilemez. Çünkü fırsat, başkalarından farklı ve ayrıcalıklı sonuçlara ulaşma vaadidir. “(Özsoy, 2004) Hak, toplumsal bir talebi ve bu talebi karşılayacak toplumsal bir sorumluluğu içerir ve insanların eşit olduğu koşullarda yaşam bulabilir.”
Hak kavramı “fırsat”, “şans” ve ayrıcalık gibi eşitsizlik içeren kavramların dışında düşünülmelidir. “….hak ve fırsat kavramları kesinlikle birbiri ile bağdaşmayan, birbirini dışlayan kavramlardır.
Eğitim, sağlık ve diğer temel sosyal politikaları hak kavramıyla anlamlandırmanın en önemli yanı toplumsal bir sorumluluğu ve yaptırımı içermesidir. Mesele devletlerin demokratik ve nitelikli eğitimi, hiçbir ayrım gözetmeden herkese sunma görevini yerine getirmeleridir. Bildiğimiz gibi kapitalizmin hegemonyası altında şekillenmiş sınıflı toplumlarda uygulanan eğitim sisteminde sınıf, cinsiyet, etnik köken, ırk, renk, dil, din, politik görüş, yaş temelinde çok çeşitli ayrımcılıklar ve eşitsizlikler yaşanmaktadır. Burada söz konusu olan sadece tüm çocukların eğitim kurumlarına erişmesi ile sınırlı değildir, tüm eğitim sisteminin ve sürecinin herkesin kişiliğinin gelişmesi ve potansiyelinin gerçekleşmesi yolunda eğitim bilimleri disiplininin ve pedagoji biliminin ışığı altında gerekenlerin yapılmasıdır. Eğitim hakkının kaynağı insanın insan olmasıdır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 26. Maddesi “Her insanın eğitim görme hakkı vardır” der.
Anadilinde eğitim hakkı
Bu yazıda eğitim hakkı bağlamında tartışacağım konu anadilinde eğitim hakkıdır. Ayrıca yaşanan deprem afeti ve yaşanması muhtemel türlü, çeşitli afet durumlarında anadilleri resmi dilden başka bir dil olan çocukların eğitim hakkı üzerine bir değerlendirme de yapılacaktır.
İçinde doğduğu ve büyüdüğü, rüyalarını gördüğü dil yani anadili toplumdaki resmi dilden farklı olan çocukların ve yetişkinlerin eğitim hakkından söz edebilmemiz için onların anadillerinin tüm toplum tarafından saygı görmesi, anadillerini öğrenmeleri, özgürce kullanmaları, en önemlisi de onların eğitim dilinin anadilleri olmasıdır. Bu topraklarda böylesi bir eşit muamele ve deneyim değil de “tek dil” “tek millet” ideolojisini esas alan ve bu ideolojiye dayanarak geliştirilen toplum mühendisliği ve eğitim politikaları hakim olmuştur. Hatta Türkiye Cumhuriyetinde Kürtlerin ve anadili Türkçe olmayanların anadilinde eğitim talepleri, anadillerini rahat rahat kullanmaları suç olarak görülmüş. Daha da vahimi bir eğitim bilimleri disiplini ve pedagoji alanının bilgi birikimine dayanarak çözümlenmesi gereken konuda bilgisiz siyaset erbabı ve hatta askeri otoritenin bile konuya müdahil olduklarını görüyoruz. Anadil öğrenmeyi bölücülükle izah edenler bile oldu. Kürt halkının mücadelesi birçok kazanımla sonuçlandı, lakin Türkiye’de temel bir eğitim hakkı olan anadilinde eğitim hakkı kabul edilmedi.
Çocuklar söz konusu olduğunda dikkate aldığımız ana ilke “çocuğun yüksek yararı”dır. Çocuğun yüksek yararını, çocuğun fiziksel, zihinsel, duygusal ve sosyal gelişiminin gerçekleşmesi için gerekli olan şartların ve olanakların sağlanabilmesi, çocuğun haklarının ön planda tutulması olarak algılayabiliriz. Anadilinde eğitim hakkı hayat bulmaz ise çocuğun yüksek yararı sağlanabilir mi? Pedagoji ve eğitim bilimleri literatürü bağlamında kısaca gözden geçirelim:
Çocukluk dönemi bilişsel, sosyal ve kişiliğin gelişmesi için çok önemli bir dönemdir, ve bu dönemde çocuğa fiziksel ve duygusal gelişimini olumsuz etkileyecek herhangi bir deneyimin asla yaşatılmaması gerekir. Okula gelen tüm çocukların sosyal sınıf, etnik köken, dil, toplumsal cinsiyet, din, ve diğer farklılıklarına bakılmaksızın onların psikolojik gelişmelerini zedeleyen, özgüvenlerini olumsuz etkileme ihtimali olan herhangi bir davranış ve/veya uygulama yapılamaz. Okula başlayınca anadilinden koparılan bir çocuk kimliğinin ve kişiliğinin doğal bir parçasının tanınmadığını, hatta inkar edildiğini hisseder, görür, kendine güvenini kaybeder. Bu durum çocuk için travmatik bir deneyimdir. İçinde büyüdüğü ve dünyasını anlamlandırdığı dilin yok sayılması, ve dolayısıyla anlamlar dünyasının inkarı çocuk için travmatik bir deneyimdir. Bunu yapmaya kimsenin hakkı yoktur. Bu tarz bir yaklaşım tarih boyunca ancak kolonyal hakimiyet kuran idarelerde yaşatılmıştır. Pedagoji ve eğitim bilimleri disiplinleri bize dilin çocuğun duygusal ve sosyal olarak gelişmesi ve bilinç edinmesi için temel bir alan olduğunu söyler. Anadilinde eğitim hakkı pazarlık konusu olamaz. Eğitim alanına sömürge yönetimlerini çağrıştıran anlayışlarla yaklaşılamaz.
Okula başlayınca anadilinden koparılan bir çocuk kimliğinin ve kişiliğinin doğal bir parçasının tanınmadığını, hatta inkar edildiğini hisseder, görür, kendine güvenini kaybeder.
Daha da olumsuz olan uygulama coğrafyamızda yaşayan ve anadili Türkçeden başka bir dili olan çocukların bilmediği, kendisine yabancı olan bir dilin okulda kendilerine dayatılmasıdır. Teneffüste Kürtçe konuştuğu için ceza alan öğrenciler örneğinde olduğu gibi çocuklar pedagojik olarak asla yapılmaması gereken pek çok vahim muamele ile karşılaşmaktadırlar. Böylesi uygulamalar çocuğa kendini eksik, yetersiz, değersiz hissettirebilir. Bu asla yapılmamalıdır. Okulda veya sınıf ortamında, öğretmenler ve yönetimde bulunanlar her çocuğa kendini değerli hissedeceği eşitliği ve özgürlüğü esas alan okul ve sınıf iklimi ve dinamiklerini yaratmak zorundadırlar. Öğrencilerin birbirlerine karşı davranışlarının eşitlik ilkeleri üzerine kurulmasını sağlayacak bir okul kültürü ve iklimi yaratmak hiç de zor değildir üstelik.
Ayrıca ana dilleri resmi dilden farklı olan ve anadillerinde öğretim yaptırılmayan çocuklar eğitim ve öğretim faaliyetlerine en geniş ve derinliğine katılmakta güçlük çekerler. Bu uygulamaların çocuğun üstün yararını gözeten hak temelli eğitim anlayışıyla ilgisi yoktur.
Anadili aynı zamanda; bir toplumun tarihsel ve kültürel değeridir. Toplumun tarihinin sahiplenilmesi ve kültürel belleğinin oluşması için temel boyutlardan biridir. Yetişkinlerde olduğu gibi çocuklar da ait oldukları toplumda yaşamlarını, duygu ve düşüncelerini anadilleri ile ifade ederler, dil ile iletişim kurarlar. Çocuklara, anadilini bilmediği için aile ve toplumdaki diğer yaşlılarla iletişim kuramamak gibi bir travmayı yaşatmaya kimsenin hakkı yoktur.
Ayrıca ana dilleri resmi dilden farklı olan ve anadillerinde öğretim yaptırılmayan çocuklar eğitim ve öğretim faaliyetlerine en geniş ve derinliğine katılmakta güçlük çekerler.
Diller, zenginliktir
Karıştırılmaması gereken önemli bir nokta tüm çocuklara anadillerinde eğitim, öğretim yaparken ikinci, üçüncü dilleri öğretmek için gereken her türlü çaba gösterilmeli ve gerekenlerin yapılması sağlanmalıdır. Anadilinde eğitim alan çocuğa, yaşadığı toplumun resmi dili doğal olarak öğretilir. Ayrıca, okulda tüm çocuklara yabancı, bir, iki, hatta daha fazla dil öğretmek görevimizdir. Çağımızda yabancı dil öğretim yöntemleri son derece gelişmiştir.
Unutulmamalıdır ki “Tek dillilik tedavi edilebilir bir hastalıktır.” Bir zamanlar bu topraklarda savaşın değil barışın gündem olduğu dönemde, eğitim sisteminde tüm çocuklara kendi ana dilini, resmi dili ve bu coğrafyada konuşulan ve kendi ana dili olmayan bir dili de zorunlu olarak çok iyi derecede öğretmek için yerelin ihtiyaçlarının da gözetilerek yapılabilmesi meseleleri gündem edilmekte ve hayata geçirmek için modeller geliştirilmekte idi. Pedagojik olarak doğru olduğu gerçeğinin yanında barışın toplumsallaştırılması ve tüm halklara saygı göstermenin nişanesi olarak da bu uygulamayı şahsen çok önemli görüyorum. Ayrıca, bu uygulama bu coğrafyanın yabancısı değildir.
19. yüzyılda Anadolu topraklarında 2000 kadar Ermeni okulu vardı ve bu okullarda Arap Alfabesi ile Osmanlıca, Ermeni Alfabesi ile Ermenice, Latin alfabesi ile bir Avrupa dili öğretiliyordu. Her Ermeni çocuğu üç dilli olarak liseden mezun oluyordu. Bu çağda, dil öğrenme yöntemleri çok gelişmiştir. Tüm çocukların çok dil öğrenerek liseyi bitirmelerini sağlayabiliriz. Yeter ki kaynakları savaşa, şiddete değil, eğitime aktaracağımız bir toplumsal düzeni ve anlayışı hakim kılalım.
Deprem bölgesinde anadili hakkı
6 şubat 2023 Maraş merkezli ve 20 Şubat Hatay merkezli depremlerin ardından gündeme gelen önemli sorunlardan biri; çocukların böylesi bir afetin yarattığı derin yaralarını nasıl iyileştireceğiz, onları bedensel ve ruhsal olarak nasıl koruyacağız, eğitimlerini nitelikli olarak nasıl sağlayacağız idi. Bu sorun bugün de devam etmektedir. Deprem bölgesinde insanlar, diğer canlılar ve doğa onarılması çok güç ama doğru kamusal politikaların geliştirilmesi ve uygulanması ile hafifletilebilecek acı, dert ve travma yaşadılar. Lakin çocuklar söz konusu olunca çok daha dikkatli, özenli ve onların ne kadar çabuk ve derin etkileneceklerinin bilincinde olarak ve en ince ayrıntılarına kadar tasarlanmış eğitim politikalar geliştirmek zorundayız. Afetlere karşı ve deprem gerçeğine karşı tüm önlemler, çocuğun yüksek yararı ve eğitim hakkı, anadilinde eğitim hakkı gözetilerek deprem olmadan tasarlanmalıdır. 6 Şubat depreminde ülkemizin eğitim politikalarından sorumlu olanların, bu büyük felaket uzmanlarca dile getirildiği halde, gereken hazırlığı yapmadığı açığa çıktı. Afet felakete evrildi ve bu durumdan en derin ve olumsuz etkilenenler çocuklar oldu. Gerçeklerin en çıplak ve açık hale geldiği zamanlar böylesi felaket durumlarında ortaya çıkar. Bu deprem sonrası da gerekli maddi ve maddi olmayan olanaklar sağlanmadığı için çocuklara hepimizin gözleri önünde derin acılar yaşatıldığı gerçeğidir. Anne, baba ve diğer yakınlarını kaybeden çocukların neler yaşadığına, bazılarının ise cemaatlere gönderildiği örneklerine tanık olduk.
6 Şubat depreminde ülkemizin eğitim politikalarından sorumlu olanların, bu büyük felaket uzmanlarca dile getirildiği halde, gereken hazırlığı yapmadığı açığa çıktı. Afet felakete evrildi ve bu durumdan en derin ve olumsuz etkilenenler çocuklar oldu.
Depremin ardından okulların yıkılması ve bazı okulların ağır hasarlı olmasından dolayı milyonlarca öğrencinin eğitim hakkı elinden alındı. Okullar mart sonunda açıldı ama eğitim hakkı bakış açısıyla irdelersek ne denli olumsuzluklar yaşandığını görürüz. İki neden var:
Birincisi; deprem sonrasında neler olabileceğini önceden aşağı yukarı biliyorken, gerekli hazırlıkların yapılmamasıdır. Bu on binlerce insanın hayatına mal olan vahim bir durumdur. Çocukların eğitimlerinin en az olarak etkilenmesinin koşulları önceden hazırlanmalıydı.
İkinci neden ise; hiç vakit kaybetmeden afetten etkilenen insanların maddi ve diğer tüm ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Çocuklar söz konusu olunca yapılacaklar, alınacak kararlar çok daha acildir. Çocukları travma yaratan, yetişkinlerin bile tahammül edemediği güçlükler ve acılarla dolu ortamdan derhal uzaklaştırıp, onları rehabilite edecek tüm psikolojik, pedagojik olanakların sağlanması gerçekleştirilememiştir.
Milli Eğitim Bakanlığının yaptığı açıklamaya göre 99 bin 853 öğrenci diğer kentlere nakil oldu. Maddi olanakları olan aileler çocuklarını bu şekilde korumak istediler. Tüm bu süreç boyunca kamusal eğitimden sorumlu otoritelerin bu konuda eğitim hakkını gözeten politikalar uygulayamadıklarını gördük, yaşadık.
Örneğin aileleri ile yüksek öğretim yurtlarına yerleştirilen çocukların eğitim hakları ne derece yerine getirildi, tam olarak bilmiyoruz. Depremzedelerin barınma sorununu, üniversite eğitimine ara verip depremzedeleri KYK yurtlarına yerleştirmek gibi yanlış bir uygulamayla çözmeye çalıştılar. Deprem bölgesindeki öğretmenlerin yaşadıkları ise ayrı bir yazının konusu olabilir.
Çocuklar söz konusu olunca yapılacaklar, alınacak kararlar çok daha acildir.
Her çocuk kendine özgüdür
Depremden etkilenen çocukların barınma, sağlık, beslenme, sevdikleriyle ve güven içinde hayatını devam ettirme sorunları acil olarak çözülmelidir. Bunlar çocukların eğitim hakkından yararlanmaları için temel altyapıdır. Aynı zamanda çocukların eğitim hakkının da en temel ihtiyaçları olduğu asla gözlerden ve bilinçten kaçmamalıdır. Eşitsiz koşullarda bulunan, toplumsal sınıf, etnik köken, dil ve diğer farklılıkları olan çocukların bu farklılıkları ve özgünlükleri, özenle incelenmeli, tanınmalı ve çocuklara saygı gösterilmelidir. Yapılacak tüm uygulamalar kulaktan dolma bilgilerle değil bilimsel araştırmalara, çocuk çalışmaları alanı ve Pedagoji biliminin ilkelerine uygun olarak yapılmalıdır. Bütün bunlar devletin asli görevleridir. Yazının ilk bölümünde açıklanan eğitim hakkı yaklaşımı alınacak kararlar ve yapılacak uygulamalar için esas bir altyapı sağlamaktadır.
Tüm çocukların sınıfsal ve kimliklere dayalı eşitsizliklerin olmadığı bir okul ikliminde eğitim görmeleri esastır. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de doğan ve büyüyen çocukların da eğitim hakkı felsefesi, eğitim bilimleri disiplini ve pedagoji biliminin bize öğrettiği, anadili temelli, çok dilli bir eğitim perspektifi temel alınarak geliştirilmiş, demokratik ve tamamen parasız bir eğitim ve öğretim sürecinin hakim olduğu ve bunun gerektirdiği özgürlükçü eğitim iklimi koşullarının sağlandığı okullarda okumaları esastır.
Anadilini siyasetin alanı yapmak pedagojik olarak yanlıştır. Anadilini yasaklayan bir eğitim politikası bilimsel olarak yanlış olduğu gibi toplumda varolan halkların birbirini anlamalarını güçleştirir, onları ayrıştırır. Temel doğrumuz, tüm dillerin ve bu dillerin içinde geliştiği kültürlerin her birinin eşit derecede değerli olduğunu baştacı yapan bir anlayışın toplumun tüm hücrelerine nüfuz etmesidir. Toplumsal barış da buradan filizlenir.
6 Şubat’ta yaşanan depremi felakete çeviren uygulamalardan, en derin fiziki ve duygusal olumsuzlukları çocuklar yaşamıştır. Çocuklara yönelik yetersiz ve yanlış politikalar hepimizin gözleri önünde yapılmıştır. Tüm bunların etkisini bir nebze de olsa azaltmak için yaklaşan ders yılı başlamadan yapılacak çok önemli çalışmalar vardır. Eğitim camiası olarak bizlerin, sendikaların ve tüm kamuoyunun bunların takipçisi olma görevi vardır.

