Yüzümüzü Eleştirel Pedagojiye Dönmek

Çocuklara dair düşünmek, eğitime dair de derinlemesine düşünmeyi gerekli hale getiriyor. Evet doğru ama cümleyi tekrar, bu sefer daha doğru kurarsak, insana dair düşünmek, dünyaya dair düşünmek eğitime dair derinlemesine düşünmeyi gerekli hale getiriyor. Pedagoji dediğimiz şey de bunun nasıllığına ilişkin yaklaşımları içeriyor. Her pedagojik yaklaşım, açıkça ifade etse de etmese de bir felsefi ve nihayet ideolojik bir zemin üzerine yükseliyor. Neticede ideoloji, nasıl bir dünya istediğimizle, bu da yeni insana dair düşlerimizle kesişir. Eğer dünyanın gidişatından memnun değilsek ve değişmesi gerektiğini düşünüyorsak, başka bir insan için, yeni bir insan için mücadele etmemiz gerekir. Yeni bir insan için her düzeyde eğitime ve pedagojik bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Dünyayı yeniden keşfetmeden önce geçmişten gelen birikimi edinmek iyi bir başlangıç olabilir. Dünyayı değiştirmek isteyenler şimdiye kadar ciddi bir pedagojik birikim oluşturmuşlar. Bunu kategori olarak “eleştirel pedagoji” olarak ele alıyoruz.

20.yüzyıl, pedagoji ve çocuk çalışmaları açısından bereketli bir yüzyıl oldu. Çocukluk meselesine dair yeni bir çizgi oluştu. Sosyalist bloğun oluşturduğu Moskova Çocuk Hakları Bildirgesi ve kapitalist bloğun BM çatısı altında oluşturduğu, pek uygulanmayan ama sıkça atıf yapılan Çocuk Hakları Sözleşmesi yayınlandı. Maria Montessori, Reggio Emilio, Waldorf gibi kişilerin isimleriyle özdeşleşen öğrenme yöntemleri, Orff, Kodaly, Dalcroze, Suzuki gibi müzik öğretme yaklaşımları, psikoloji, nörobiyoloji, sosyoloji gibi alanlardan beslenerek geliştirilen yaklaşımlar, Makarenko’nun eşsiz Gorki Komünü (Okulu) deneyiminden, özgürlüklerin temel alındığı Summerhill okuluna, Ferrer’in kurşuna dizilmesiyle sonuçlanan bilimsel-anarşist Escuela Moderna okul denemesinden, toplumsal hareketlerin eğitimle kurduğu bağın temsili haline gelen Highlander School’a kadar çok sayıda mevcut düzenin dışını işaret eden okul denemesi yapıldı. Okulsuzluk tartışıldı (Ivan Illich ve Catherine Baker), meclis tipinde örgütlenen, çocukların tüm kararları aldığı katılımcı okullar, çocukların en büyük gelişim kriterinin doğa ile ilişkisi olduğunu vurgulayan orman okulları, demokratik okullar, teknoloji karşıtı okullar…

Bunlar eğitim ile ilgili, daha çok da çocuklar için yapılan denemeler ve tartışmalar olarak vuku buldu. Bugün bu yaklaşımların pek çoğunun piyasa formülasyonu içerisinde de özünden koparılmış halde içerildiğine de rastlıyoruz. Ancak bu durum, sistemi temelinden eleştiren bu yaklaşımların değerini hafifletmiyor. Aksine bizim bu yaklaşımlara dair tartışmaları daha fazla yapmamızı, bu konuları birbirimizin gündemine daha çok taşımamızı gerektiriyor. Eğitimi, sosyopolitik zeminiyle birlikte ele alan ve insanlığın özgürlük mücadelesinin kopmaz bir nüvesi olarak konumlandıran Gramsci, eleştirel pedagojinin temellerini inşa eden Freire ve bu yolun devamcılarının (Peter Mayo, Henry Giroux, Peter McLaren, Tabulawa, Dave Hill, Michael Apple…) yaklaşımlarının üzerine daha fazla eğilmeye ihtiyacımız var.

Bu özgürleştirici pedagoji ağacının köklerinin başında Freire geliyor. Ünlü kitabı Ezilenlerin Pedagojisi’nde eğitim konusu olacak şeylerin yaşamdan kaynaklanmasını ve yaşamı değiştirmek üzere bilgi ve nihayet dönüştürücü pratik (praksis) haline gelmesini döngü haline getirir. Concientziçao (bilinçlenme) dediği bu süreç, kişinin özgür olmama durumunu (sınır durum) fark ettiği andan, o durumu değiştirmek için bilinçli eylemini gerçekleştirmesine kadarki sürece deniyor. Onun için Freire, karşısındakine bilgi yığınağı yapmayı hedefleyen bankacı eğitimin karşısında konumlanıyor, yaşamın içerisindeki gerçek problemlerden yola çıkmayı önerir. Öğrenenin de sürecin içindeki özneliğine vurgu yapar. Bunu mevcut eğitim piyasası şu anda “aktif öğrenme” gibi sığ sulara sürükleyerek özünden ayıklamaya çalışıyor. Oysa bu yaklaşım Freire’nin, insanın özgürleşme mücadelesinin içerisinde konumlanan ve öğretmen ve öğrencinin bir çeşit öğrenme yoldaşı olduğu bir yaklaşıma gönderme yapar. Öğrenme yoldaşlığı, eşit-özgür bir dünya için mücadele eden insanlar için vazgeçilmez bir kavram. Bu yaklaşım, katılımı da, öğrenme sürecindeki demokratik yapıyı da içerir. Aynı zamanda öğrenmeyi, yaşamsallaştırır ve kolektif pratiğe dönüşebilir hale getirir. Yani Freire’nin felsefesi Praksis felsefesidir. Değiştirilmesi gereken bir durum vardır, onun farkına varılır, ona karşı ve sonunda onu aşan eleştirel düşünce gelişir, bu düşünce pratiğe kılavuzluk eder.

Bütün bu anlatı, çocuklar ve eğitim zemininde ele alındığında fazla ciddi, fazla politik, fazla hayalci, fazla soyut görünebilir. Oysa ki çocuklar için de yetişkinler için de gerçek ihtiyacımız budur. Eğer çocuğa bakışımızı, pedagojik bakışımızı bu toplumsal özgürleşme pratiğiyle bağlayamazsak, eylemimizde ancak, Freire’nin “aktivizm” olarak adlandırdığı sınırlılığa kadar ulaşabiliriz. Şöyle diyor Freire: Eylem olmadan salt düşünce olursa lafazanlık, düşünce olmadan salt eylem olursa da aktivizm olur. İşte lafazanlık ile aktivizm uçlarının oluşturduğu aksın dışında yeni bir aksı var etmek için yüzümüzü eleştirel pedagoji okumalarına dönmeli, eğitimle, çocuklarla ve yetişkinlerle ilişkilerimizi yıkıp yeniden yapmalıyız.