MESEM’le Çocukların Eti de Kemiği de Patronlara Bırakılıyor

Son yıllarda yaşamını yitiren çocuk işçilerin sesini yükseltmek istiyoruz. Aslında konuyla ilgili konuşması dahi oldukça zor, ancak insanı derinden üzen ve öfkelendiren çocuk işçiliği hakkında hepimize düşen sorumluluklar var. Bu güçlü hisle İşçi Sağlığı Güvenliği Meclisi üyesi Özgür Hüseyin Akış ile çocuk işçiliğini, çocukların çalışma koşullarını, erken yaşta çalışmanın çocuklara fiziksel, duygusal, psikolojik etkilerini, MESEM’i (Meslek Eğitim Merkezleri) ve sermayedarların, devletin bu konuyla ilişkisini anlamak için ile söyleşeceğiz.

***

Öncelikle çocuk işçiler kimlerdir, bize biraz çocuk işçi profilini anlatır mısınız?

Aslında dünyada 18 yaş altındaki bütün bireyler çocuk olarak kabul görüyor. Üretim aracına sahip kişiye veya kişilere mesaili, ücret karşılığı emeğini satan 18 yaş altı her çocuk, işçidir. Burjuva devrimlerinden önce daha çok tarım sektöründe veya evlerde yetişkinlere yardımcı pozisyonunda çalışırken sermayenin gelişimiyle beraber ücretli çalışanlara dönüştüler. Üretim sürecinde özellikle İngiltere’de gerçekleşen burjuva devrimiyle beraber çocuklar ve kadınlar fabrikalarda ve madenlerde  çalışanların üçte ikisini oluşturuyorlardı. Kayıtlı verilere göre bugün hâlâ Dünya’da 160 milyon çocuk işçi bulunmaktadır. Çocuk işçiliği ile ilgili kimi uluslararası sözleşmeler Türkiye’de onaylamıştır. 1999 yılında yayınlanan ILO Uluslararası Çalışma Örgütü’nün “En Kötü Şartlardaki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Önlemler Sözleşmesi” 2001 yılında Türkiye tarafından da onaylanmıştır. Çocuk ve genç işçilerin çalıştırılma esasları da böylece belirlenmiş oldu. Türkiye’deki çocuk işçiliği ile ilgili 4857 Sayılı İş Kanunu 71. Maddesi ve “Çocuk ve Genç İşçilerin Çalıştırılma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik” de düzenlenmiştir. Türkiye çocuk işçiliğinde yaş sınırı 15 yaş altı olarak belirlerken dünyada 18 yaş altı çocuk işçi olarak kabul ediliyor. Yani çocuk işçiler fiziksel ve zihinsel gelişimini etkilemediği sürece çalışmasının meşruluğu sağlanmaya çalışılıyor.

Sermaye çocuk işçilere ihtiyaç mı duyuyor, yani yetişkinlerin çalışması yeterli üretimi sağlamıyor mu?

Yukarıda değindiğim, İngiltere’de 17. yüzyılda gerçekleşen burjuva devrimiyle beraber, özellikle madenlerde ve fabrikalarda çocuklar yoğun olarak çalışıyordu. Nedeni ucuz iş gücü olmalarının yanı sıra, fiziksel özellikleri sayesinde madenlere daha rahat giriş sağlayıp taşıyıcı olarak daha iyi çalışıyor oluşlarıdır. Kapitalizmde üretimin merkezinde kâr olduğu için düşük ücret, uzun çalışma saatleri, maksimum kâr ve yapılacak işi daha az işçiye yaptırmak bu sistemin mantığıyla uyumlu. Çocukların ucuz iş gücü olması sermaye sınıfının her dönemde çocuk işçiliğini hükümetlerden talep etmesine neden oluyor. Aynı zamanda yetişkin işçilere göre yönetilmeleri daha kolay olduğundan tercih ediyorlar.

Çocuk işçiliğinden bahsedince MESEM’in öne çıktığını görüyoruz. MESEM nedir, bu programa kaç çocuk dahildir, neden özellikle son aylarda MESEM’i çok konuşur olduk biraz bahseder misiniz?

Aslında Türkiye’de yerleşiklik kazanmış usta-çırak ilişkisinin geliştirilerek, büyük sanayi sitelerindeki küçük işletmelere kalifiye işçi yetiştirmenin yaygınlık kazanmış hâli MESEM’dir. Çocukları için gelecek kaygısı yaşayan ebeveynlerin geçmişte de yoksulluk nedeniyle okula gönderemedikleri çocuklarını meslek sahibi olsun diye işyerlerine gönderirler.  Sonrasında ise derslerinde başarılı olamayan, bunun da belirleyeni çocuğun derslerle olan uzaklık yakınlık ilişkisi our. Çünkü çocukları kendi yeteneğine göre geliştirici, sorgulatıcı bir eğitim modelinin olmamasından kaynaklı, çocuklar için eğitimde başarı veyahut başarısızlık kıstası yapılacak bir eğitim politikası mevcut değil. MESEM pandemi sürecinin sonlarına doğru ortaya çıkmış, örgün eğitimin yerini almaya başlamıştır. Bir gün okula, dört gün iş yerine giden çocuklar asgari ücretin üçte ikisini ücret olarak alırken bu ücretin üçte ikisini de devlet karşılıyor. MESEM’e kayıtlı çocuk sayısı bir buçuk milyona yaklaştı. Patronlar bu durumdan faydalanmak için sıraya girerken, son zamanlarda iş yerlerinden çocuk işçi cinayetleri haberleri geliyor. Gelen ölüm haberleri MESEM’in sorgulanmasına neden oluyor. 2017 yılında 6 milyon 893 bin olan yoksul çocuk sayısı yüzde 8 artarak 2021 yılında 7 milyon 436 bine ulaştı. 2023 yılında Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü verilerine göre Türkiye’de, 100 çocuktan 22’si yoksulluk içinde büyüyor. Türkiye’deki yoksulluk oranı yüzde 15 iken çocuklardaki yoksulluk oranı yüzde 22.4. Ailelerin yoksulluğu çocuklar için gelecek kaygısını da beraberinde getiriyor. MESEM programı bu nedenle örgün eğitimin yerini almış durumda. Bu merkezlere giden çocukların sayısının bir buçuk milyona yaklaşması yoksulluğun ve geleceksizliğin nedenidir.

Meslek liselerinin yapımına fabrikaların, büyük markaların sponsor olduklarını; okulların açılışlarına bakanların, bürokratların katıldıklarını görüyoruz. Okulların diğer devlet okullarına göre donanımlı, açılışlarının da dikkat çekici olduğunu gözlemliyoruz. İnsanlarda meslek liselerine karşı iyi bir izlenim oluşturmak için gösterilen bu çabalar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmezmiş derler. Sermaye sınıfının kendi içinde bir görüntü düzenlemesine ihtiyacı var. Bu makyajı eğitime destek oldukları izlenimi yaratarak oluşturmak istiyorlar. Devletin eğitime merkezi bütçeden ayırdığı payın öğretmenlerin maaşı dışında temizlik ve güvenliğin olmadığı bir bütçeden bahsedebiliriz. Meslek liselerine yönelik ilgileri ise devletin merkezi aklını oluşturan sermaye sınıfının yönetme şekliyle alakalı. Bakanlıklar bir araya gelip patronlara şu kadar işçi çalıştırırsanız size şu kadar teşvik ödeyeceğiz şeklinde bir motivasyonla hareket ediyorlar.

Çok erken yaşlarda çalışmanın çocukları fiziksel, psikolojik, duygusal olarak çok yıprattığını biliyoruz aslında. Buraya dair sizin gözlemleriniz, söylemek istedikleriniz neler?

Küçük yaşta sanayide çalışan çocukların etiyle kemiğiyle patrona veya ustaya teslim edilmesi, fiziksel şiddetin iş öğretirken bir parçası hâline geliyor. Çocuğun fiziksel gelişimi düşünülmeden geleceğe hazırlanması bugünün kaybedilmesine neden oluyor. Aynı zamanda yaşıtlarından koparılması sosyalleşmesinde de engel teşkil ediyor. Çocuk yaşına uygun olmayan davranışlar sergilemeye yetişkin gibi davranmaya kendisini zorluyor. Burada özellikle mülteci çocuklar ebeveynlerinden birisini kaybetmiş, kendisinden küçük kardeşlerine bakmak zorunluluğu ile çocukça davranışlarını ertelemek zorunda kalıyor. Ve zamanla bu davranış şekli süreklilik kazanmış oluyor.

Bu röportajın düzenlendiği gün, Kilis’te 13 katlı bir inşaatta çalışırken yüksekten düşerek ağır yaralanan MESEM 12. sınıf öğrencisi Murat Can Yılmaz’ın vefat haberini aldık. İSİG Meclisi’nin araştırma verilerine göre son on bir yılda en az 671 çocuğun iş cinayetine kurban gitmiş. İşletmeler ve politikacılar bu çocukların ölümü hakkında nasıl açıklamalar yapıyor? En azından denetim mekanizmalarının arttırılması, koşulların iyileştirilmesi gibi yaklaşımları gündeme getiriyorlar mı? 

İşçi cinayetlerinde iş güvenliği uzmanları ile işçiler iş yerlerinde birincil sorumlu olarak ön plana çıkarılıyor. İş güvenliği uzmanlarına “Hem uyarıcı olun hem de denetleyici olun.” deniyor. İşçilere ise “Siz de uyarıları dikkate alın.” deniyor. Ancak birçok araç gereç işletmelerde patronlar tarafından temin edilmezken işin yetiştirilme baskısı, uzun mesai saatleri görünmez kılınmak isteniyor. Çocuk işçi cinayetlerinde patronlar daha çok ailelere para teklifi ederek yasal sürecin başlamasına engel olmak istiyorlar. Siyasal İslamcı bu hükümetin işçi cinayetlerine karşı refleksi dini ritüeller oluyor. Kader, fıtrat gibi işin doğasında ölümü kabul eden bir yaklaşımın, tedbir almak gibi bir anlayışı da olmuyor. O yüzden işçi cinayetlerinde Avrupa’da birinci sıradayız.

Çocuk işçiliği ile mücadele adı altında 2005 yılında, 182 sayılı Sözleşme gereğince Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından ilgili tüm kurum ve kuruluşların katkılarıyla 2005-2015 yıllarını kapsayan “Çocuk İşçiliğinin Önlenmesi için Zamana Bağlı Ulusal Politika ve Program Çerçevesi” hazırlanmış ve 2015 yılında tamamlanan söz konusu politika ve program çerçevesi, 2017-2023 dönemini kapsayacak şekilde güncellenmiş ve Çocuk İşçiliği ile Mücadele Ulusal Programı (2017- 2023) hazırlanmış. Bu politikalar ve programlar Türkiye’de çocuk işçiliğiyle mücadelede ne kadar uygulanıyor?

Bu eylem politikasında sokakta çalışan çocuklara öncelik verilmesi, çocuk işçiliği  ile         mücadeleyi daraltması açısından baştan hatalıdır. Çocuk işçiliğinin temelinde yatan yoksulluğun tespiti doğru olmakla beraber, yoksul ailelere yardım edilsin tarzındaki öneriler sorunun çözümüne yönelik değil; ancak yara bandı niteliğindedir. Bu programın uygulanması ancak tavsiye ve iyi niyet göstergesidir. Birçok faaliyetin hayata geçirilmesi sorunun görünür olmasını sağlayacak işlerden ibarettir. Çocuk işçiliğinin yasaklanması ve yoksulluğun ortadan kaldırılması çalışma bakanlığının çözebileceği bir mesele değildir. Merkezi bütçenin emekçiler için kullanılması planlı bir ekonomik model ancak bu sorunun çözümünü sağlayabilir.

Son olarak çocuk işçilerin örgütlenme pratikleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Çocukların da birey olduğu devletin ve toplumun bu açıdan sorumluluk alması gerektiği bir gerçek. Yetişkinlerin işyerlerinde örgütlenme deneyimleri daha fazlayken çocukların işyeri örgütlenme deneyimleri daha az ve zordur. Türkiye’de MESEM ile beraber 4 milyona yaklaşan çocuk işçi varken işçi sınıfının bir parçası olan çocukların örgütlenme faaliyetlerinde dışarıda bırakılması düşünülemez. Sendikaların sorun tespiti ve teşhiri yapmanın ötesinde yapabilecekleri çok şeyler var. Ancak şu anki hâlleriyle bunu gerçekleştirme ihtimalleri çok düşük. İşçi sınıfının örgütlenmesinde önemli geleneksel araçlardan olan sendikaların yeniden yapılanacağı bir tarzda çocuk işçilerin de örgütleneceği ve çocuk işçiliğinin yasaklanması gerekliliğini merkezi mücadele başlığı hâline getireceği bir hat örülmelidir.

*Bu röportaj İzmir Serüven Yazı Atölyesi tarafından Çember dergi için yapılmıştır. 

**Farklı şehirlerde faaliyet gösteren Serüven Kültürler, dünyayı sanat aracılığıyla yorumlamakla kalmayıp onu değiştirmek için mücadele veren gençliğin kültür merkezleridir. Sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz, eşitlikçi bir kültürü var etmenin sorumluluğuyla atölyeler, söyleşiler düzenler. Yazı Atölyesi, İzmir Serüven Kültür’de üniversite öğrencileriyle başlattığımız, bireysel ve kolektif üretim biçimlerini benimseyen bir atölye olarak üretimlerine devam etmektedir.