Dördüncü sayıyla merhaba,

Oyun…

Ne sihirli bir “şey” değil mi?

Sadece bir kelime olarak kulağımıza çalındığında bile insanı oturduğu yerden çocukluğuna götürmeye, eğlenmekle sınırsız bir alanda açılmak arasında bir duyguyla salınmaya yetiyor. İnsan büyüdükçe bu ruh hali seyreliyor gibi geliyor ama aslında oyun, büyüyen bedenlerde var
olmaya ve yetişkin ruhunu gıdıklayıp durmaya devam ediyor.

Ele avuca almak epey zor oldu oyun gibi kıpır kıpır bir kelimeyi. Denedik yine de. Çocuklardan
oyuna, oyundan çocuklara giden uzun bir yolu bu sayıdaki yazılarla birlikte derinleştirmeye çalıştık. Yetişkinlerin çocuk oyununa dair o sığ ve teknik yaklaşımını ele aldık. Mesela, “Çocuğu oynatayım” demelerine takıldık. “Çocukla oynayayım” dememelerine, kendilerini
asla oyuna katmamalarına, oyuna bir oyalama aracı olarak bakmalarına, çocuk oyuncağı lafına…

O arada yeniden yaz geldi. Çocukların oyun zamanı ve mekanının çizilmiş sınırları gevşemeye başladı. Çocukları ve çocuklarla yaz boyu oyunlar oynamaya heves edenleri de düşündük, içeriğe kattık böylece.

Biz bu sayıyı hazırlarken biraz uzun bir soluğun içinde, elimizde oyunlarla dolaştık, eğlendik, başka evrenlere gidip geldik. Dileriz okuyucularımıza da oyunun sihrini bulaştıran bir sayı olur.

Haydi o zaman; biraz oyun oynayalım!