Bizim Şehrimiz İstanbul: Çocuklar Anlatıyor

Ocak ayının sonunda İstanbul Kent Konseyi Çocuk Danışma Kurulunun on bir üyesi ile bir araya geldim. Saraçhane’de bulunan İstanbul Kent Konseyi binasına varmak üzere Çekmeköy’den yola çıkıp Marmaray ile Yenikapı’ya vardığımda onca kalabalığın arasında önce saç tıraşından sonra ses tonundan kim olduğunu çıkardığım tanıdık bir yüz ile karşılaştım. Annesinin elini hiç bırakmayan ve merakla etrafını gözleyen bu kişi, çocuk danışma kurulu üyesi Uraz’dan başkası değil. Uraz’ın adı o esnada aklıma gelmedi. Çocuklarla röportaj yapacak olmanın verdiği heyecanla Hacıosman metrosunu beklediğimiz durakta yavaşça anne oğulun yanlarına yaklaşıp bir nefeste “Aaaaa ben sizi tanıyorum!” u ağzımdan çıkarıverdim. Evet, tanıdım Uraz’ı. 2O Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü kapsamında İstanbul Kent Konseyi ve Bahçeşehir Üniversitesi işbirliği ile düzenlenen çalıştaya katılan çocuk danışma kurulu üyelerinden biriydi Uraz. Çocuk danışma kurulunda gönüllülük yapan diğer tüm arkadaşları gibi “yetişkin dünyasına mahsus” olduğu varsayılan yoksulluk, ekonomik darboğaz ve eğitimde fırsat eşitsizliği gibi “büyük büyük meseleleri” ele alış biçimini ve çalıştay kapsamında yapılan atölyelerde bu toplumsal sorunlara getirdiği çözüm önerilerini unutmam kabil değil. Vezneciler metro istasyonundan konuşa konuşa kent konseyi binasına vardık. 

Röportajı gerçekleştirmek üzere İstanbul Kent Konseyi binasında bize ayrılan toplantı odasına vardığımda tanıdık başka yüzlerle karşılaştım. Bahçeşehir Üniversitesi’nde düzenlenen çalıştayda, ülkede yaşayan herkes gibi çocukların da beslenme gibi temel bir ihtiyacı karşılamada ne kadar zorlandığını bir tür Açlık Manifestosu ile ifade eden Umut’u hatırladım.Umut, röportaj esnasında öğrendiğim, onu Esenyurt Gençlik Meclisi’nde gönüllü olmaya ve İstanbul Kent Konseyi Çocuk Danışma Kurulu’na katılmaya teşvik eden öğretmeninin herhangi bir etkinlik olduğunda Umut’u arayıp “gömleğini giy gel” dediği gömleklerinden birini giymişti. Böylece “steril” ortama uygun hale gelmişti. 

Sonra Ömer ve Emrecan’ı hemen çıkardım. Benim de katılımcılar arasında yer aldığım Dünya Çocuk Hakları Günü  çalıştayında atölyelerden birinde Emrecan ve Ömer’in de içinde oldukları bir grupta, karşı karşıya kaldıkları sorunları konu edinen bir şarkı yapmıştık. Yine çalıştaydan hatırladığım Atlas ile okuduğu kitaplar üzerine derin bir sohbete girip, yazar olmak isteyen İrem’in dil öğrenmeye olan merakı üzerine konuştuk. O gün tanıştığım Emirhan ise yelken ile ilgileniyor. Hem de bunu tamamen ücretsiz bir şekilde belediyenin sunduğu imkânlardan faydalanarak yapıyor, olması gerektiği gibi. 

Şehrin farklı farklı yerlerinde yaşayan ve bambaşka sosyokültürel arka planlara sahip çocukları birleştiren ise İstanbul’da yaşamak. Hepsi, tıpkı yetişkinler gibi meydana gelen sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel değişimlerden ve dönüşümlerden kendilerine düşen payı aldıklarının farkındalar. Yaşadıkları şehirde çocuk katılımının, çocukların yalnızca birer motif olarak kondurulduğu yetişkinci bakış açısıyla değil; çocuğun aktif birer sosyal aktör olarak, yaşadığı şehrin sorunlarına çözüm üreten karar alma süreçlerine dahil olmasıyla mümkün olacağının bilincindeler.  Dolayısıyla gündelik hayattan sevdiğimiz yazarlara; İstanbul’da yaşamanın zorluklarından şehri çocuklar için yaşanabilir hale getirmek için yapılması gerekenlere değin her şeyi konuştuğumuz bu röportajın odağında hep çocuğun öznelliği vardı.

Şu an yarı yıl tatilindeyiz, ama hafta içi ve hafta sonu bir gününüzün nasıl geçtiğini merak ediyorum. 

Uraz: Herkesin yaptığı gibi ilk önce uyanıyorum. Sonra kahvaltı ediyorum, dişlerimi fırçalıyorum. Tatildeysem eğer tabiki sabah kalkıp salona gelip televizyonu açıp boş boş oturuyorum. 

Kimi zamanlar boş boş oturduğumuz zamanlara da ihtiyacımız oluyor. Ne izlemeyi seviyorsun televizyonda

Uraz: Çok da boş boş oturmuyorum aslında. Sevdiğim ve ilgi duyduğum şeyleri izliyorum televizyonda. Biraz ders çalışıyorum. Daha sonra öğle yemeğimi yiyorum. Ardından bir süre telefona bakıyorum. Bazı konularda anneme yardım ediyorum, ufak ufak yardımlar yani. Sonrasında akşam oluyor. Eğer tatilde değilsem erkenden kalkıp okula gidiyorum. Onun dışında yemek ders çalışma aynı yani. 

Atlas: Eğer sıradan bir haftaysa zaten haftanın yedi günü de dolu, sabah erken kalkmam gerekiyor.

Uraz: Pazar günü de mi?

Atlas: Evet pazar günü de. Hafta içi altı buçuk gibi kalkıyorum genelde. En geç yedi. Haftasonu da daha geç kalkıyorum. Cumartesi günü yarım gün okul oluyor. 

O okul gününde ne yapıyorsunuz?

Atlas: Bir tane sınav oluyor. Diğerlerinde de iki ders oluyor işte.. O zamanlarda da dokuzda başlıyor okul. O zamanlarda da en geç sekizde kalkıyorum. Pazar günleri de yine okul günleri gibi oluyor. Yine en geç sekizde kalkıyorum. Eğer şu anki gibi bir tatil varsa gece saat on ikiye kadar istediğimi yapıyorum, kitap okuyorum. Sonra sabah kalkıp güne başlıyorum. 

Pazar gününün de dolu olduğunu söyledin ya, o gün neler yaptığını merak ettim.

Atlas: Pazar günü bir tane yer var. Üsküdar Çocuk Üniversitesi diye. Oraya gidiyorum.

Peki bu çocuk üniversitesinde neler yaptığınızı paylaşmak ister misin? Belki arkadaşların merak eder.  

Atlas: Dört tane kademe var, üçüncü kademedeyim. Cumartesi sabah cumartesi öğle; pazar sabah pazar öğle diye. Dört farklı zaman diliminde oraya gidilebiliyor. Ben pazar sabahları gidiyorum. Maalesef bu yüzden pazarları erken kalkıyorum.

Bir de ben şeyi merak ettim, nasıl dahil oldun, bu Üsküdar Çocuk Üniversitesine?

Atlas: Hatırlamıyorum, ama oraya bir tane sınavla girdim. 

Demek belirli bir eleme sürecinden geçiliyor?

Atlas: O sınav dediğim o kadar da sınav gibi değildi.

Görüşme gibi miydi?

Atlas: Hatırlamıyorum bile. 

Kaç yıldır devam ediyorsun peki?

Atlas: Üç 

Emirhan: Peki, orada ne yapıyorsunuz? 

Atlas: Ders veriliyor, böyle farklı farklı. Örneğin birinci kademedeyken derslerden bir tanesi fendi, bir tanesi elektronikti. Bir tanesi dramaydı. İkinci kademedeyken yazılım vardı. Sanat vardı işte. Şimdi üçüncü kademedeyken de mühendislik var, yazılım  var yine. Bir tane de doğa ve bilimi anlama diye bir ders var. Tam olarak anlamakla ilgili değil de en azından bilimle alakalı.

Sen hangilerine dahil oldu şimdiye kadar?

Atlas: Hepsini aldım. 

Seçmeli sandım ben. Bir de bu çocuk üniversitesi ücretli mi? 

Atlas: Seçmeli olan sporlar var. O sporlar da cumartesi sabah, pazar sabah ve pazar öğle gibiydi. Ama onlara katılmadım. Ücretli olup olmadığını bilmiyorum. 

Umut: Ben hafta içi altıda kalkıyorum. Öğlen saat birde eve geliyorum. Evde kahvaltımı yapıyorum. Sonra sokağa iniyorum. Sokakta esnaflara gidip biz beş altı kişi toplanıyoruz. Esnaflara gidip soruyoruz ki kullanmadığınız kartonlar var mı?  Sonra kartonları biriktiriyoruz bir kenara. Böyle sıcak olması için tabanına yumurta kolileri döşeyip sardığımız kedi evleri de var. Bu kedi evlerini haftada iki kez falan yapıyoruz. Bunu yedi senedir devam ettiriyoruz. 

Peki  bu zamanında bir ödev miydi, neydi?

Umut: Yani, benim aklıma geldi, kedilere ev yapalım dedim. Esenyurt’a yeni taşınmıştık. Önceden Esenler’de yaşıyorduk. Ben ikinci sınıftayken Esenyurt’a gelmiştik biz. İkinci sınıfta arkadaşlarımla tanıştım. Sonra bir saat falan top oynuyoruz. Mesela bir arkadaşımız bodrum katında oturuyordu, onların merdiven altına koyuyorduk bu kartonları. İnsanlar görüp çöpe atıyordu.

Onu soracaktım tam. İnsanların tepkisi nasıl, mahalledekilerin, belediye işçilerinin, ya bunları da buraya yığıyorsunuz diye söyleniyorlar mı mesela? 

Umut: Yani insanlar değişiyor. Bir keresinde biz üç katlı kedi evi yapmıştık. Aynı gün de kediler içine girmişti, yani görmüştük. Ardından biz de kırmızı bi kurdele bağladık etrafına. Onu makasla kestik. İnsanlar fotoğrafını çekmişti. Bazı insanlar da bahçesini falan temizlerken çöpe de atabiliyorlar. İşte sokakta bunları yaptıktan sonra eve gelince 2-3 saat ders çalışıyorum. Akşam, ertesi gün geçeceğimiz konulara çalışıyorum. Akşam da on gibi yatıyorum. Haftasonlarından bahsedeyim. Hafta sonu Esenyurt Belediyesi Çocuk Meclisine gidiyorum.

Esenyurt Belediyesi Çocuk Meclisine ne zamandır gidiyorsun, oraya nasıl dahil olduğundan kısaca bahsetmek ister misin? 

Umut: İlkokul 4. sınıfta benim Özlem isimli bir öğretmenim vardı. Kendimi iyi ifade ediyordum, öğretmenim dedi ki Umut, sen kendini çok iyi ifade edebiliyorsun dedi. Ben Esenyurt Çocuk Çeclisini kurdum, sen de orada devam et dedi. Hatta İstanbul Kent Konseyi Çocuk Danışma Kuruluna katılmama da o vesile oldu. Özlem hocanın Esenyurt Çocuk Meclisinde bir de kitap kulübü vardı. Hafta içi uyumadan önce okuduğumuz kitaplar hakkında, kitaptan ne anladık gibi şeyleri konuşuyoruz. Bunun dışında futbol ve basketbol kurslarına gidiyorum. Dediğim gibi Özlem Hoca ile çok yakındık, çok da iyi bir öğretmen kendisi. Numarası da annemde vardı. Bir etkinlik olduğu zaman “Gömleğini giy gel” derdi. Esenyurt belediye binasının karşısına kent konseyi binasına gel diyordu. Gidiyordum, etkinliklere, hocam hep haber veriyordu bana. Etkinlik olarak da çocuk hakları gününde kozalak falan boyadık mesela. Halat çekme yarışları yaptık. 

Soracaklarımın arasında var ama yine de sormak istiyorum. Çevren nasıl karşılıyor? Yani buralara katılmanı.   

Umut: Sınıftaki arkadaşlarıma söylemiştim. Birkaç arkadaşıma. Dünya Çocuk Hakları gününde spor salonu gibi bir yer vardı. Orada konuşma yaptım. Onları da davet etmiştim, orası dolmuştu bayağı. Sınıf arkadaşlarım derslerine çalış falan diyorlar. Ben de derslerime de çalışıyorum, böyle şeylere de katılmaya devam edeceğim diyorum. Bırak sen niye yapıyorsun ki başka birisi yapsın diyorlar. Ben de ben bu iş için heves etmişim, 4 senedir bu iş için uğraşıyorum. Benim yerime kim yapacak, bu kadar emek vermişim diyorum. Yani ben de bazen pes edecek gibi oluyorum. Sonra diyorum, o kadar emek verdim. Ardından deprem anketine de katıldım. Hatta müdür yardımcısına ve müdüre falan da dedim ben bu anketi bütün okulda yapabilir miyim diye. Sonra dediler ki bunun için bir iznimiz olması gerekiyor. O yüzden istediğim sayıda yapamadım, ama kendi sınıfıma ve bir sınıfa daha yaptım. 

Nedir bu deprem anketi? 

İstanbul Çocuklara Soruyor projesiydi. Böyle sınıflarımızda anket yaptık. Geçtiğimiz yıl olan deprem sonrasında yaptık çalışmayı. 

Emrecan: Biz de o deprem anketi çalışmasına katılmıştık. Resmiyet olsun olsun diye yaka kartı takıyorduk hocam. Biz de idareye gidip anket yapabilir miyiz dedik. Müdür de tebrik etmişti hatta. 

Derin: Ben de bu çalışmada yer almıştım ve bu sürece dahil olmak beni çok iyi hissettirmişti. 

İrem: Kesinlikle, çok zevkliydi anket yapmak! Ben de günlerimin nasıl geçtiğinden kısaca bahsedeyim. Hafta sonları genelde erken kalkıyorum, kahvaltı yapıyorum. Annemle babam ben voleybola bırakıyor. İki saat bekliyorum, ardından aynı yerde jimnastiğe gidiyorum. Ondan sonra eve gidiyorum, ödev yapıyorum. Sonra telefonla oynuyorum, yemek yiyorum.

O zaman ilgi alanlarının başında sanat ve spor geliyor.

İrem: Aslında dil öğrenmeye de meraklıyım. İspanyolca ve Fransızca öğrenmek istiyorum. 

Emirhan: Ben şu an tatilde olduğum için aslında biraz rahat davranıyorum. Sabah sekiz dokuz gibi kalkıyorum. Kalktığım zaman biraz yatağımda oyalanıp telefon ile ilgileniyorum. Yatağımı topladıktan sonra annem şu an çalıştığı için kahvaltıyı falan benim hazırlamam gerekiyor. Kardeşim de var. Kahvaltıyı  hazırlıyorum. Kardeşim şu an dört yaşında ama işte beş yaşına girecek. Oyun oynuyorum, kardeşimle de oynuyorum. Sonra televizyona geçiyorum bir iki saat falan. Sonra dışarı çıkıyorum, annemle bazen bir yerlere gidiyoruz. Eve geldikten sonra babam kardeşimle ve benimle oynuyor. Sonra 11- 11.30 gibi yatıyoruz. Ama okul açıldıktan sonra ben sabah sekiz gibi kalktığım zaman yüz yirmi tane test çözüyorum. Sonra akşam geldiğimde de bir altmış soru daha çözüyorum. Günlük ortalama iki yüz soru çözüyorum. Aynı zamanda oyun oynuyorum. 

Evde iş bölümüne katılıp kahvaltı hazırlaman ne kadar güzel!

Emirhan: Normalde annem çalıştığı için. Hafta içleri ben hazırlıyorum. Aslında çok da bir şey yapmıyorum. Kahvaltıyı hazırlıyorum masayı topluyorum. Annem bana kahvaltı hazırlamam gerektiğini söylemedi. Annemin işi 11.40’ta bitiyor. Bitince yapıcam diyor. Ama benim de okulum var. Saat on gibi kahvaltımı yapıyorum. Bir de yelken yapıyorum. Normalde cumartesi günleri yelken var ama tatilde olduğumuz zaman her gün oluyor. Buraya geldiğim için ve yağmur yağdığı için iptal oldu. Cumartesi gittiğim için sabah ondan akşam altıya kadar okulda oluyorum. Eve geliyorum, oyun oynuyorum yemek yiyorum böyle.

Peki, bu yelken ücretli bir şey mi? 

Emirhan: Hayır, ücretsiz. Bir arkadaşımın velisi bizi yazdırmıştı. Arkadaşım, ben yapamıyorum dedi. Devam etmedi, ama ben gidiyorum hâlâ. 

Uraz: Ben yeniden söz alabilir miyim, az evvel hafta içi ve hafta sonu ayrı şekilde anlatamadım da. Sabah kalkıyorum, hızlıca kalkıp yemeğimi yiyorum. Annemle beraber okula gidiyorum, okul zaten yürüme mesafesinde Okuldaki işim bitiyor, eve geliyorum. Ödevim falan varsa onları yapıyorum. Sonra biraz dinleniyorum. Televizyona ve telefona falan bakıyorum. Sonrasında annem bana test falan veriyor bazen. Tatildeysem yine uyanıyorum. Yemeğimi falan yiyorum ama daha geç uyanıyorum. Televizyon seyrediyorum. Yatmadan önce kitap okuyorum.

Bize sevdiğin, son zamanlarda severek okuduğun kitabı paylaşmak ister misin?

Uraz: Ünsüz Youtuber’ın Günlüğü bir seri üç tane kitabı vardı. Ben bir tanesini yazın okumuştum. Serinin devamındaki kitapları yeni aldık. Çarşamba günü yüz doksan sayfayı bir buçuk gün içerisinde bitirdim. Bir de resimsiz kitap. Diğer kitaplara geçiyorum. Biraz daha televizyon izliyorum. Hafta sonları da eğer kent konseyinde geleceksem buraya geliyorum. Hasta olsan da geliyorum. Burayı hiç aksatmıyorum, çok seviyorum çünkü. Hafta sonları genellikle kurslarım oluyor. Onlara da gidiyorum. Pazarları da bazen ailemle dolaşıyorum. 

Umut: Ben de bir yazardan ve kitabından bahsetmek istiyorum. Anıl Basılı’nın kitaplarını çok seviyorum. O bana kitabı sevdirmişti. Melodi isimli bir kitabı vardı. O kitabı okudukça daha çok merak etmeye başlamıştım. Uyumamıştım bitirene kadar.

Hatırladığın kadarıyla bu kitabı bize özetlemek ister misin?

Umut: Konusu, bir kaktüs vardı. Kız, kaktüsü ile ilgileniyordu ama babası ders çalış falan diyordu. Kız da yatağından kalkıp her gece kaktüsünü besliyordu. Suluyordu.

Atlas: Ben de yine kitapla alakalı bir şey söyleyeceğim..Benim sevdiğim kitaplar, Jules Verne’nin yazdığı bütün kitaplar. Okumadığım sadece iki kitabı kaldı, tüm kitaplar arasında. Çünkü orjinal basımlarını okuyorum. Özellikle Aya Yolculuk’u çok sevdim. Ayrıca kitap okumakla ilgili bir şey diyecektim. Geceleri de sıkıldığımda yanıma kitap alıyorum, bitiriyorum.

Bazı insanların gece ve gündüz okuduğu kitaplar farklı oluyor, senin de öyle mi? 

Atlas: Benim genelde gece okuduğum kitaplar ikinci veya üçüncü kez okuduğum kitaplar oluyor. Hatta şu ana kadar on defa falan okuduğum kitaplar var.

İrem: Yazar olarak Behiç Ak’ın kitaplarını çok seviyorum. 

Behiç Ak, aynı zamanda karikatürist değil mi? 

İrem: Evet, bir tane kitabı var, Güneşi Bile Tamir Eden Adam. 

Ömer: Kitap dedik ya birkaç tane yazarın kitabının yasaklandığını duymuştum.  Kitabın adını unuttum. Bende de o kitaplardan var. Arkadaşım deyince aklıma geldi. İçeriği sebebiyle yasaklandığını duymuştum. 

Peki sen düşünüyorsun bu yasaklarla ilgili. 

Ömer: Hocam, bence haklılar. 

Dünyada farklı farklı görüşlere sahip insanlar olabilir, ama bu yazılan kitapların yasaklanabileceği anlamına da gelmemeli.

Ömer: Hocam, yaş kriteri vardı. 

Derin: Ben de sevdiğim yazarlardan bahsetmek istiyorum, Sevim Ak ve Behiç Ak’ın kitaplarını çok  istiyorum. Kitapların adlarını unutuyorum, çünkü bazılarını Sevim Ak yazıyor, Behiç Ak resimliyor. Alaaddin’in Geveze Su Borularını çok seviyorum. 

Atlas: Behiç Ak’ın kitaplarının yasaklanması bana çok da doğru gelmiyor. Kitaplarını da okudum, ama resimlerde insanların dili falan bir garip görünüyor. Böyle sanki iki tane tavuk gibi . İnsanların ağızları bir garip. İki tane pirzola birleşmiş de başka renge boyanmış gibi. Ben bir de kitap önerisinde bulunacağım. Bence herkesin okuması gereken bir kitap İki Şehrin Hikayesi ve Mobydick. İki Şehrin Hikayesi’nin uzun versiyonu var ama daha bitiremedim. Kısasını okudum. Ayrıca Victor Hugo Sefiller çok güzel. İki Şehrin Hikayesi’nin en sevdiğim kitaplardan birisi olmasının sebeplerinden biri de aslında Paris ile Londra’nın hikayesini anlatıyor ve İki Şehrin Hikayesi’nin tanıtım yazısında tanıtım yazısı beni çok etkiliyor yani. “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü” diye başlıyor uzuyor uzuyor. 

İlya: Ben kitapla ilgili bir şey diycem. Aslında iki şey. Hava atmak gibi olmasın da teyzem yazar. Tanşıl Kılıç. Bir de beni etkileyen bir kitap var Çizgili Pijamalı Çocuk. Beni çok etkilemişti.

Derin: Ben onun filmini izlemiştim.

Hepiniz İstanbul’un farklı farklı yerlerinde yaşıyorsunuz, şeyi merak ediyorum. Yaşadığınız ilçenin, mahallenin dışına ne kadar sıklıkla çıkıyorsunuz? Gidip görmek istediğiniz yerler nereler? İlk soru şu olsun yaşadığınız mahallenin dışına ne kadar sıklıkla çıkıyorsunuz ve nerelere gidiyorsunuz?

Ömer: Şehir dışı olarak Edirne’ye gidiyoruz, bir de hocam Yalova’ya gidiyoruz. Edirne’de anneannemlerin yanına gidiyoruz. Yalova’da ise yazlığa gidiyoruz. Edirne’de anneannemin köpekleri var, onları çok seviyorum.

Peki yaşadığın mahallenin ilçenin dışında gittiğin yerler nereler, ne kadar sıklıkla yaşadığın mahallenin ilçenin dışına çıkıyorsun?

Ömer: Annem ve kardeşimle kiliseleri geziyoruz mesela. 

Peki gidip görmek istediğin yerler nereler?

Ömer: Ben aslında ülke görmek istiyorum. Norveç’e gitmeyi çok istiyorum. Kuzey ışıklarını görmeyi çok istiyorum. 

Uraz: Son zamanlarda yaşadığım mahallenin dışına çıkıyorum. Her cumartesi kursum olduğu için mahalleden çıkıyorum. İstanbul’da gitmekten hoşlandığım yerler, eğlence merkezlerini seviyorum mesela. Aklıma gelmiyor şimdi ama Vialand var mesela. Çocukların ve ailelerin de eğlenebileceği. Eğlence merkezlerine ya da AVMlere gitmeyi seviyorum. Ülke olarak Türkiye’nin dışına pek çıkmak istemiyorum, ama illa da çıkacaksam Almanya’ya gitmek istiyorum. Araba sanayisi orada kurulduğu Ford, Amerikan ama o bile oraya taşınmayı planlıyor. Arabaları çok sevdiğim için, oraya gidersem bütün araba fuarlarını gezeceğime dair kuşkunuz olmasın. İstanbul’da tarihi yerleri de gezmeyi seviyorum. On yaşımda olduğum için genellikle ben küçükken gitmişiz, ama İstanbul’da gezilecek çoğu yere gittim. 

Atlas: Ben genellikle yaşadığım mahallenin dışına pek çıkmıyorum istisnalı durumlar hariç. Arada sırada birine ziyarete falan gidiyoruz. Okul içinde Ataşehir’in içinde kalıyoruz, ama bir keresinde satranç turnuvası vardı. Ataşehir’den Pendik’e turnuva için gitmiştim. 

Hangi vasıtayı kullandın?

Atlas: Servis. Ayrıca İstanbul’da tarihi yerleri gezmeyi seviyorum. Ülke dışına çıkmadım, ülke içi ile yetiniyorum. En sevdiğim tarihi yeri de söylemek istiyorum, Vefa Bozacısı. Hem tarihi yer, hem boza içiyorum hem de Atatürk’ün de bulunduğu bir yer. 

Umut: Yani ben şimdi Esenyurt’ta oturuyorum tabi. Esenyurt’ta çok kalmamaya çalışıyorum. Zaten iki dakika yürüsem..

Umut, neden böyle düşünüyorsun? 

Umut: Biz bir keresinde Eskişehir’e gitmiştik, çöp konteyneri bile yoktu çöp kutuları vardı, yerler tertemizdi. Sonra eve döndüğümüzde bir geldik Esenyurt’a, böyle çöp konteynırları yıkılmış böyle çöpler savrulmuş. Hem temiz bir yer değil Esenyurt hem de sigara içen çok insan var. Ben iki dakika yürüsem pasif içici olmadan eve yürüyemem. O yüzden biz daha çok doğada gezmeyi seviyoruz. Mesela barajlara. Bazen sahillere falan gidiyoruz. 

İrem: Her yaz Bodrum’a gidiyoruz. Orada bir yazlığımız var. Aslında birkaç senede bir değişiyor da. Annemler Türkiye’de çoğu yeri bize gezdirmeye çalışıyor. Ülke dışı olarak da Yunanistan ve Paris’e gitmiştik. Paris’e sekiz yaşında Yunanistan’a geçen yaz gittik. İki günde üç şehir gezmiştik. Atatürk’ün evine de gittik hatta. 

Emrecan: İstanbul’da görmediğim yer kalmamıştır. Şehir dışına pek çıkmıyorum, ama mecburen yurt dışına çıktım, annem Azerbaycanlı hocam. Bir kere çocukluğumda gittim bir de geçen yaz gittim. Çocukluğumda Amerikayı falan görmek istiyordum, ama oradaki olaylardan gitmek istemiyorum. Mesela Paris de aynı şekilde. 

Hangi olaylar?

Emrecan: Hocam Fransa’da şu an iç savaş diye bir şey var. 

Ömer: Söyleyebilir miyim? Galiba çiftçiler hayvanlarına yeterli alan bulamadıkları için belediye binalarına hayvan dışkısı bırakmış hocam.   

Uraz: Fransa’da mıydı başka bir yerde miydi, polis bir suçluyu öldürmüştü. 

Ömer: Amerika’da da oluyor.

Derin: Ben daha önce yurt dışına Almanya’ya gitmiştim. Çok güzel çikolatalar vardı. Yine gitmek istiyorum. Yunanistan’a da gitmek istiyorum. Türkiye’de birçok şehre gittim. Antalya’ya gittim, Edirneye gittim. 

İstanbul’da yaşadığın ilçenin mahallenin dışına çıkıyor musun nerelere gidiyorsun? 

Derin: Çok sık çıkıyorum aslında. Tarihi yerleri geziyorum, AVMlerini gezmeyi seviyorum. 

İstanbul Kent Konseyi’ne dahil olma süreçlerinizden kısaca bahsetmek ister misiniz?

Derin: Öğretmenim, sınıfça geziye getirmişti. Arkadaşım seçilmişti buraya gelmek için de. Ama o gün arkadaşımın sınavı vardı. O yüzden onun yerine ben geldim. Projeye geldiğimizde anket falan yapmıştık. Öğretmenimiz söylemişti. Okulumuzu temsil edeceksiniz diye biz de öyle gelmeye başlamıştık. Toplam iki  yıl oldu.

İrem: Biz geziye gelmiştik sınıfça. Bir buçuk iki yıl önce. Atölye gibi bir şey yapmıştık. Böyle üçgen daire dikdörtgen içine sevdiğimiz sevmediğimiz şeyleri yazmıştık. Sonra oradan aramışlardı, dört kişi seçmişlerdi. Hatta ikizim var o da seçilmişti. Sonra bir tane böyle içi boş havuza gelmiştik. Bir dönem bıraktım sonra tekrar girdim. Ve en son yaptığım şey de daha önce bahsettiğim anket olmuştu.

Emrecan: Hocam dördümüz de aynı okuldayız. Sosyal bilgiler öğretmenimiz, beşinci sınıfta sınıftan yirmi kişi seçti bizi sınıftan. İşte geldik. Hatta o gün İstanbul Kent Konseyi’nden birisi de vardı hatta. Daha sonra Naime Hoca beni seçti beşinci sınıftan beri devam ediyorum. 

Uğur Ali: Ben altıncı sınıfta dahil oldum.

Emirhan: Benim de hikâyem aynı ama biz deprem şeyini Emre ile ikimiz yapmıştık. İki sınıfa izin verilmişti.

Uraz: Gazhane’de bir etkinlik vardı. Biz de böyle İstanbul’un rengi, İstanbul’un kokusu gibi sorulara cevap verdik. Üçgenlerin içinde dairelerin içinde. İstanbul’daki ulaşım sorununu falan konuştuk. Bisikletli ulaşımı konuştuk. Bisikletlilere çoğu insan yol vermiyor. Bunları nasıl çözeriz gibi şeyler yazdık kağıda. Sonra içimizden bir tane sözcü seçtik. Sözcü de bendim. Orada daha danışma kurulu falan seçilmemişti, Ama sanki danışma kurulundayım gibi seslenirken sayın danışma kurulu üyeleri dedim. Artık bana önceden söylendi miydi neydi. Sunumumuzu gerçekleştirdim işte böyle. Daha sonra annemi aradılar. Çocuğunuzu danışma kuruluna aldık dediler. 

Florya’ya İPA’ya İstanbul Planlama Ajansı kampüsüne gitmiştik. İçi boş olan kapalı bir havuz vardı. Yine ekonomi ulaşım gibi başlıklarda tartışma yapmıştık hocam. Hocam İstanbul Kent Konseyinin genel kurul toplantısına katılmıştım, metroda da anlatmıştım. Tuğçe Hocamla sunum yapmak için seçildim. Bir de Özlem Tut ile görüşmüştük. Deprem risk yönetimi eski başkanı. Burayı asla bırakmıycam yaşım geçince bile gençlik meclisine yazılıcam. Evde boş boş duracağıma burada çocukların gözünden bir şeyler yapmak bizlere onur ve mutluluk veriyor.

Umut: Ben zaten birazcık bahsetmiştim. Bir konudan daha bahsetmek istiyorum. Ben tüm etkinliklere kaçırmadan gelmeye çalışıyorum. Gelmesem bile çok üzülürüm. Deprem anketinde ben de vardım. Uraz ile birlikteydim. Şimdi bir havuz var demiştik ya. İnsanların bizi dinlemesi notlar alması bizi çok mutlu değerli hissettirdi. Biz de anket yaparken o insanlar gibi hissettik. Biz de başka çocuklara sorular sorduk çünkü. Arkadaşlarımız çok beğenmişti. Bu işi yapan çok güzel demişlerdi. Teneffüslerde gelip diyorlardı ben nasıl gelebilirim falan. Öyle konuşmuştuk. Ama biraz uzak olduğu için gelmeyi tercih etmediler.

Uraz: Ben ufak bir düzeltme yapayım şimdi aklıma geldi. Bu arada biz şey de yapmıştık. Umut ve birkaç arkadaşımızla beraber. Teftişe de gitmiştik.

Nasıl bir çalışmaydı bu teftiş, nerelere teftişe gittiniz? 

Uraz: Parklara gittik. Kaldırımları teftiş ettik. Bu beni devlet görevlisi gibi hissettirdi. Bu güzel bir histi. Çünkü büyümüşüm gibi geldi. Yani bu iyi bişey. Yoksa şey diyebilirlerdi. Siz oturun sadece fotoğrafınızı çekicez diyebilirlerdi. Parklara gittiğimizde de aletleri denedik, bizim için de eğlence oldu.

Burada bir parantez de açabiliriz, şehre dair söz sahibi olman için büyük gibi hissetmene ya da büyümene gerek yok.

Uraz: Evet evet, bizim şehrimiz bizim kurallarımız!

Atlas: Müze Gazhane’de olan atölyelere etkinliklere gidiyordum. Babam söylemişti kabul ettim. Neredeyse ne söylerse kabul ediyorum. Gittim sonra, orada böyle şeyler vardı. İstanbul’a madalyalar verdik. Forumlar yaptık. dikdörtgen kağıtlara çözümler bulmuştuk. Naime Abla, İPA’da daha büyük bir şey olacak oraya da katılmak ister misin demişti. Daha sonra Florya’ya gittim. İçi boş havuz vardı. içine tahtadan merdivenler döşemişlerdi. Üzerine de minderler koymuşlardı öyle oturmuştuk. Tabii çok oturmamıştık. Daha sonra İBB başkanlarıyla konuştuk. Sorunları bildirip çözümler ürettik. Park teftişinde ben de vardım. İlk gittiğimiz parkta böyle yıkık dökük bir parktı. Birkaç tane genç çekirdek çitleyip yere atıyordu. Uraz da bunları niye yere atıyorsunuz dedi. Toplayacak mısınız diye sordu.

Uraz: Şey yapmak gibi olmasın da galiba bizi hafife aldılar. Alaya aldılar. Biz evden süpürge getircez dediler. Bir kere oraya şarjlı süpürge getirilmez. Ayrıca yere atacağına bir tane poşete atsan daha kolay değil mi?  Bir de sigara içip sigarayı da yere atıyorlardı. Bir de elimizde yara bantları vardı, tehlikeli bulduğumuz yerlere yapıştırıyorduk. Hatta bir kişi motosikletini kaldırımın tam ortasına bırakmıştı. Ben yara bandını plakasına koydum böyle. Naime Hoca’ya da dedim bence bu insanlara ceza da yazalım dedim.

Ömer: Ben de katıldım  o teftiş çalışmasına. İki farklı park gezmiştik. Hatalı olduğunu düşündüğümüz yerlere yara bandı yapıştırdık. Elimizde de formlar vardı. İnsanlara da sorular da sormuştuk. Verdikleri yanıtlara göre kağıtlara yazmıştık. Kent konseyine geçmiştik.

Emirhan: Bize bir rapor vermişlerdi. Öncelikle neyin n’olduğunu anlattılar bize. Bir de bebek arabası. Kaldırımda bebek arabası gidiyor mu diye bebek arabasını vermişlerdi. Formlarda ne düşündüğümüzü sordular. Hatırladığım kadarıyla bir kaldırımın eni  iki ya da üç kişinin yürüyeceği  şeklinde yapıldığı söyleniyordu fakat bazı kaldırımlarda tek kiş bile çok zor şekilde yürüyordu.

Umut: Biz kaldırım teftişinde su cetveli kullanmıştık bir de.

Su terazisi mi, babam inşaat işçisi de oradan biliyorum. Nasıl kullandınız peki su terazisini?

Umut: Kaldırımın ne kadar eğri olduğuna falan bakmıştık.

Yaşadığınız mahalleyi, ilçeyi ve İstanbul’u üç kelime ile nasıl ifade edersiniz? 

Emrecan: Zeyrek Mahallesini üç kelime ile ifade etmek gerekirse çöp, sık binalar ve deprem. Hocam bütün binalar 1970’den önce yapılmış. Yaşadığım ilçeyi üç kelime ile ifade etmek gerekirse kalabalık, turizm ve tarih. İstanbul ise kalabalık, deprem ve güzelliği. 

Derin: Yaşadığım mahalleyi, çok bina, deprem ve eski. 

Yaşadığın ilçeyi, Kadıköy’ü üç kelime ile ifade etmek gerekirse peki?

Derin: Güzel, temiz, mavi.

İstanbul’u?

Derin: Kalabalık, deprem ve çöp. 

Uraz: Göztepe Mahallesinde yaşıyorum. Yaşadığım mahalleyi üç kelime ifade edersem, yepyeni binalar, sonra çok fazla kedi. Kadıköy artık Kadıköy değil de kediköy oldu. Hocam, her mahallede en az on beş tane kedi var. Her yere baktığımda kedi görüyorum. Bir de okul da fazla orada. Yaşadığım ilçeyi üç kelime ifade edersem, kediköy, sigara dumanı ve çok fazla dükkan. İstanbul’u da üç kelime ile ifade edersem. Çok fazla bina, trafik, doğal ve tarihi güzellikler.

İlya: Yaşadığım mahalleyi üç kelime ile ifade edersem sarhoşlar. Bizim binanın yanında tekel bayi var. Akşamları da açık olduğu için birkaç deli geliyor oraya. Bir de köpekler kediler geliyor aklıma.

Yaşadığın ilçeyi?

İlya: Kediler, kalabalık, avm.

Peki İstanbul’u?

İlya: Kediler, arkeoloji, metro.

Uğur Ali: Yaşadığım yer Ali Kuşçu mahallesi, binalar sık sık, eski, ve deprem ihtimali yüksek. Fatih’te de çok mülteci var.

Bu sorun mu sence?

Uğur Ali: Bence Türkiyeli de olması lazım. 

Sınıfında yabancı öğrenci var mı?

Uğur Ali: Var ama o Bangladeşli.

Şunu merak ediyorum Uğur Ali. İstanbul aynı zamanda bir sürü dili dini ve sanatı birbirine bağlayan bir yer. Dolayısıyla az evvel dediklerini hep beraber düşünelim mi? Belirli bir toplumsal grubu hedef alarak azalsın demek. 

Ömer: Üç kelime ile yaşadığım mahalle, kalabalık, mülteci çok var. Bir de haksızlık çok. Hocam biz Emrecan arkadaşla dört beş kez parka gittik her gittiğimizde zaten çok uzun oynayamıyoruz. Fatih ilçesini de kalabalık, mülteci, ses.

Peki neden böyle düşünüyorsun, demin Uğur Ali ile konuştuk ya. 

Ömer: Malta Pazarı diye bir yer var. Gittiğimde bir Türk kimseyi göremiyorum. 

Uğur Ali: Genellikle Türkiye nüfusu İstanbul’a yığılmış durumda. Bunu belki başka şehirlere dağıtabilirler.

Emrecan:  Mesela yazın bisikletle dışarı çıkarız ya çocuklar tartışınca babaları da giriyor araya. Çok sıkıntılı şeyler oluyor.

Emirhan: İstanbul gerçekten Türkiye’nin güzel bir yerinde iki yakayı birbirine bağlıyor. Böyle bir şey olduğu için herkes İstanbul’u tercih ediyor.  Onların kültürü bize yabancı, bizim kültürümüz onlara yabancı geldiği için  uyum sağlayamıyoruz.

Umut: Ben Esenyurt’ta Salihdere Mahallesinde oturuyorum. Salihdere Mahallesinden üç kelime ile bahsetmek gerekirse pis, saygısızlık ve tartışma diyebilirim. Şimdi ben bizim Esenyurt Salihdere Mahallesinde yürümeye çıksam, sigara dumanından yürüyemem böyle. Temizleyen de yok. Bizim bina yeni bir bina ama artık eskidi. Asansörler pis. Bir keresinde bodrum katının orada yedi sekiz kişi gitar darbuka falan getirmiş gece ikiye kadar. Sonra polisler falan geldi, dağıldılar. 

Umut: Kalabalık, pis, aynı şeyler.

İstanbul?

Umut: Deniz, tarih ve insanlar. 

Atlas: Mahalleyi üç kelime ile öyle bir ifade edeceğim ki anında anlayacaksınız? Küçük- bakkal-köy! Ataşehir’i üç kelime ile şöyle tarif edebilirim, Palladium, Metropol ve belli bölgedeki bazı okullar. Bir tane alan var böyle arsaların bulunduğu gecekondu mahallesi gibi bir şey. Orasının yerini böyle bayağı bir okul yerini almış. Özel okullar ve devlet okulları karışık.

İstanbul’u üç kelime ifade etmen gerekirse?

Atlas: İstanbul’u… Kalabalık, boğaz ve tarihi eserler. Ayrıca bir şey daha diyecektim. Mültecilerle alakalı bir konu açıldı ya. Mültecilerin bir yerde kalma hakkı var ama benim fikrim şöyle. Türkiye’nin de dünyanın mülteci kampı olmaya hakkı yok. 

Peki, sizce İstanbul’da yaşamanın iyi ve kötü yanları var mı? Varsa bunlar nelerdir? 

Uraz: İyi yanları  metropol bir şehir. Ulaşım iyi ama barınma ihtiyacı büyük sorun. Burada yaşamanın kötü yanları saymakla bitmez. İyi yanlarından biri de doğal ve tarihi güzelliği. Kötü yanları saymakla bitmez. Mesela yollar, pahalılık ve zamlar. 

Ege: İyi yanları kültürel zenginliği kötü yanları pisliği. 

Pislikten kastın nedir?

Ege: Yani insanlar sigara içiyordur, ama bunu rahatsızlık verecek şekilde yapmamalılar.

Umut: Şimdi iyi yanlarında ve kötü yanlarından bahsediyoruz hocam iyi yanlarından bahsetmeye başlayacağım çünkü bunlar kısa sürecek. İyi yanları tarihi ve kültürel zenginliği.  kötü yanlarına başlarsak hiç bitmez çünkü  çevre kirliliği var yolların bozuk olması var. Sigara dumanı biz çocuk danışma kurulu olarak toplandığımızda büyük çoğunluğumuz  İstanbul’un kötü yanlarını konuşuyoruz. Biz mesela müdürlerle başkanlarla toplantılara girdiğimizde şunu yapmışsınız helal olsun demiyoruz! Bunu yapmamışsınız şunu yapmamışsınız diyoruz. 

İstanbul’da yaşamanın bir diğer kötü yanı da ekonomik koşullar.  Zamların artışı çok kötü olmaya başladı.  Bir örnek vereyim mesela. Asgari ücret 17 bin lira oldu ama kiralara da zam geldi.  Millet bodrum katlara eksi ikinci katlara bile 5000 lira kira istiyor.  Zaten mazotun fiyatı  uçmuş durumda. Araba kullanmayan insanlar, toplum ulaşımı kullanmaya devam ediyorlar, ama aynı gün aynı haber kanalında ulaşıma da zam geldiği açıklandı hocam. Otobüsler Otobüsler 15’ten 17.70; Minibüsler 10 lira tam 20 lira. Yani işte ekonomik koşullar konusunda da kötü bir yer İstanbul. 

Peki sence bu sorunlar nasıl giderilir?

Umut: Binalar azaltılmalı, raylı sisteme geçilmeli. Arabalar da artık güneş enerjisi ile çalışan arabaların yapılması Türkiye’de üretilmesi lazım, çünkü fabrika dumanları ve araba egzozları çok duman salıyor. Üstüne bir de sigara dumanı. 

Uraz: Temel sorun asgari artıyorken diğer her şey de zamlanıyor. 

Emirhan: Raylı sistem dedik ya şöyle bir şey de olacak evlere raylı sistem ekleyince de yine ev fiyatları ve kira fiyatları artacak yine.

Ömer: İstanbul’da yaşamanın iyi yönleri örnek verirsek turizmi. İnsanların sıkılmayacakları bir şehir. Kötü yanı ise sıkılmayacakları bir şehir olduğu için daha çok insan geliyor. Kalabalık yani. 

İrem: Turizm ve tarihi yerleri. Kötü yanları ise bir yere gittiğimde büyükler tarafından çok eziliyorum. Mesela ben şimdi bir yerde sıra beklerken herkes önüme geçiyor. Sigara konusunda bir şeyler yapılmalı.

İlya: İstanbul’da yaşamanın en güzel yanı kediler ve kültürel miras. Bir de bazılarımıza öyle gelmiyor olabilir ama yeşil olması da var. Kötü yanları ise sigara. Araba çok var yani kirli hava. Ve annem de diyor, bu ara yapılan tüm binalar çok çirkin duruyor. Eskiden yaşadığımız yerde çocuk parkının olduğu yer otopark olmuş.

Emrecan: Hocam toplu taşıma ile alakalı bir şey söylemek istiyorum. Metroya bindik ilk duraktayız, ikinci durakta oturma yerleri boşken siz gençsiniz kalkın dediler sürekli. Sonra başka bir yolcu bizi savundu, onlar da yolcu, onlar da para veriyor dedi. Bence sosyal olurken bu anlamda yavaş yavaş gelişiyoruz bence. İstanbul’un iyi yanları iş imkanı. Kötü yanları da kalabalık olması. Sorunlar da şöyle giderilir bence, iş imkânlarını diğer şehirlere kaydırarak bence. 

Emirhan: İstanbul’da yapılaşma çok fazla. Benim bildiğim tek orman Belgrad Ormanı o da bize çok uzak. Bir denizci olarak şunu söyleyebilirim, tekneyi sürerken sürekli karşımıza bir poşet çıkıyor. Bu yüzden ben deniz kirliliğinden çok şikayetçiyim. 

Son olarak, sizce İstanbul’un, çocuklar için daha yaşanabilir şehir olması için neler yapılması gerekli?

Uraz: Yapılması gereken çok şey var, çocukların oynayabileceği alanlar çok az. Bir de güven sorunu var. Güvenlik sorunun çözülmesi lazım. Acilen yolların düzenlenmesi lazım. Ulaşım sorunun çözülmesi lazım. Gecekonduların da yıkılıp yıkılma sürecinde insanlar mağdur edilmemesi gerekiyor. Çünkü İstanbul’da bayağı gecekondu var. Ayrıca o kadar gökdelen dikmeye de gerek yok. 

Umut: Bence hem park bahçe yapılması gerekiyor hem de okulların daha hijyenik hale getirilmesi gerekiyor. Haftanın beş günü okullardayız. Benim okulum hem Esenyurt’ta olduğu hem de bakımsız bir okul olduğu için çok pis, lavaboyu kullanmıyorum, bazılarının kapıları delik, bazılarında musluk yok. Sabun falan hiç yok zaten. Ben şimdi okuldan hastalık kapsam, aileme de bulaşacak, ailem işyerindeki arkadaşlarına. Salgınlar böyle çıkıyor. 

Atlas: Öncelikle İstanbul’da işlenen bazı cinayetler var. Kadın cinayetleri. Ayrıca İstanbul’da sigara dumanı solumak istemiyorum. Ayrıca parklarda da durum iyi değil, bir tane yeşil alan yapıyorlar, içinde bir tane salıncak, yeşil alan, park yaptık diyorlar. Hatta hiç salıncak kaydırak olmayan adı park olan yerler var yani. Gerçekten park olması lazım. Böyle park dediğimiz, kaydırak salıncak değil, eğlenmek için farklı aletlerin de olması lazım. Bu özellikleri taşıyan çok az park vari bunlardan biri de Özgürlük Parkı. Benim en sevdiğim park orası. Ayrıca, yollarda resmen kaldırım yok. Evden bir yere yürüyerek gidiyoruz, yoldan yürümemiz gerekiyor. Kaldırım yok!

Ömer: Çocuklar için dediğimizde elbette eğlenmek için oyun gerekiyor. Bu da yaştan yaşa fark ediyor. Oyun oynayabileceğimiz alanlara ihtiyacımız var bizim. 

İlya: Okul bahçeleri çok taşlık mesela belki daha iyi hale getirebilir, mesela çim olabilir, geçen sene tanımadığım biri beni yanlışlıkla itti ve dişim kırılmıştı. 

*Bu röportajın yapılıp yayımlanması ve fotoğrafların paylaşılması için çocuklar ve ebeveynlerinden onay alınmıştır.