6 Şubat’ta yaşanan Maraş merkezli depremlerden sonra kurulan ve Çember dergi ekibi olarak çalışmalarını yakından takip ettiğimiz Afet-Çocuk Sivil Koordinasyon ekibinden Ceren Suntekin, Sevin Seda Güney, Emrah Kırımsoy, Sevinç Koçak ve Atike Zeynep Kılıç ile deprem sürecinde ve sonrasında yaşanan çocuk hak ihlallerini ve bu anlamda neler yaptıklarını konuştuk.
Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Kimlerden oluşuyor bu koordinasyon? Nasıl bir araya geldiniz ve böyle bir ekip oluştu?
Afet Çocuk Sivil Koordinasyon, çocuk hakları ile ilgili doğrudan veya dolaylı olarak çalışmalar yapan örgütlenmeler içerisinde veya bağımsız olarak çalışan kişilerin depremin ardından bir araya gelmesiyle oluştu. İlk çağrıyı FİSA Çocuk Hakları Merkezi yaptı ve 6 Şubat günü öğleden sonra yaklaşık 60 kişi ile ilk toplantı yapıldı. Bu toplantıda, özellikle Van Depremi deneyiminin öğrettikleriyle hızlıca çalışmalara başlamak, çocuklarla ilgili konularda iletişimi, işbirliğini ve dayanışmayı büyütmek için bir arada olmaya dair bir irade ortaya çıktı.
Aciliyetine göre farklı temalardan oluşan çalışma gruplarıyla yürüttük tüm işleri. İlk aşamadan itibaren kayıp çocukları ve genel olarak çocukların durumlarını izleme, afet durumlarında özellikle önem kazanan, çocuklara hak temelli yaklaşımı kamuoyuna anlatma, barınma alanları, çocuklarla çalışan yetişkinlerin desteklenmesi gibi ihtiyaçlara yönelik çalışmalar yaptık. Bu çalışmaları, sahanın ihtiyacı kadar ekibi oluşturan kişilerin bilgi birikimi ve deneyimi de etkiledi elbette. Koordinasyon, psikoloji, sosyoloji, sosyal hizmet, hukuk, siyaset bilimi, kamu yönetimi, mimarlık, mühendislik, öğretmenlik gibi çok çeşitli disiplinlerden gelen kişilerden oluştuğu için çalışma alanı ve üretimleri çeşitlendirebildik.
Çalışmalarımızı zorunlu olarak çevrimiçi ortamda yürüttük. Bu arada bu çalışma biçimine alışmış olmasaydık, bu kadar hızlı örgütlenemez ve üretemezdik. Çalışma grupları hızla oluştu ve üretmeye başladılar. Genel grup ilk 2 hafta her gün toplandı, birbirinden haberdar oldu. Ayrıca bir de WA (WhatsApp) grubu vardı hem iletişimi sağlamak, gerektiğinde ekibin işleyişine dair kararları tartışmak; hem de üretimleri paylaşmak için kullandığımız. Ve bir de üretimlerimiz için Google Drive’ı çok aktif olarak kullandık.
Zamanla ve ihtiyacımıza uygun olarak genel toplantı sıklığını azalttık. Çalışma grupları da yine sahanın değişen ihtiyaçlarına göre şekillendi, yeni çalışma grupları oluştu ya da var olanlar tali hale geldi. Seçimlere kadar canlılıkla çalışmalarımızı sürdürdük. Bu sürede pek çok rapor, kılavuz, yol gösterici araçlar ürettik. Bunların hepsini web sayfamızda bulabilirsiniz: https://afetcocukkoordinasyon.org/
Web sayfasında çok açıkça gösteremediğimiz bir dayanışma oluşturduğumuzu da eklemek isteriz. Hem bireysel olarak dayanıştık, hem de zor günleri bir arada ve üreterek geçirebildik. Arama kurtarma çalışmalarının yoğun olduğu zamanlarda bu deneyime sahip olmayan bizler için bir işe yaramak çok önemliydi. Koordinasyonun bu katkısının görünür olması önemli bizler için. Ayrıca, her birimiz için danışma, destek isteme gibi ihtiyaçlarda inanılmaz bir kaynak oluşturdu bu ekip.
Şu an 130 kişinin dahil olduğu bireysel bir ağ örgütlenmesine sahibiz. Nisan ayı ile birlikte deprem bölgesinde de deprem göçü alan illerde de geçici -ama bir süreliğine kalıcı- yaşam alanları oluşmaya başladı. Dolayısıyla bizler de bireysel ya da çalıştığımız örgütler aracılığıyla saha çalışmalarına yoğunlaşmaya başladık. Bu yoğunluk giderek arttığı için bu dönemde Koordinasyon aktif biçimde çalışmıyor ancak bir arada durma iradesini sürdürüyoruz. Yeni bir çalışma biçimine geçiş için biraz zamana ihtiyacımız var. Bununla birlikte hepimiz ekonomik kriz, iklim krizi gibi etkiler dolayısıyla neredeyse sürekli bir afet durumunda olduğumuzu ve çocukların bu koşullardan en fazla etkilenen toplumsal gruplar olması nedeniyle işimizin çok, yolumuzun uzun olduğunu biliyoruz. O yüzden bu bir aradalığı etkin biçimde sürdürmek bizim için çok önemli.
O bölgelere ülkenin dört bir yanından çocuklarla çalışmak için gönüllüler akın etmeye başladı ancak bu süreçte çocuklara yaklaşmanın onlarla iletişim kurmanın da hassas noktaları olduğunu biliyoruz. Çocuklar büyük bir travma yaşadılar. Bu konuda gönüllü çalışmak isteyenlere ne gibi tavsiyeleriniz oldu?
Gönüllülük yalnızca bu gibi afet durumlarında değil, sosyal hizmetlerde ve dezavantajlı hale getirilmiş grup ve yerlerde çalışırken de büyük önem taşıyor. Türkiye’de örgütlü ve gelişmiş gönüllü çalışmalar yapan kurumlar ne yazık ki çok değil. Bir anda meydana gelen ve çoklu yıkımı olan bu tip afetlerde hızlı hareket etmek gerekiyor. Türkiye’de toplumsal dayanışma bu tip durumlarda kendini gösteriyor. Herkes elinden geldiğince bir şeyler yapmak istiyor. Ancak iyi niyetli eylemler bazen zarar getirebiliyor. Çocuk hakları aktivistleri olarak çocuk hak ihlallerinde en çok karşımıza çıkan “toplumdaki mevcut çocuk algımız” olduğunu deneyimlediğimiz ve bu büyüklükteki bir yıkım için herkesin desteğine ihtiyaç olduğundan hızlı üretimler yapmaya odaklandık.
Aslında çocukların olduğu ya da çocuklarla çalıştığımız her alanda olduğu gibi burada da tek bir çocukluktan bahsedemeyiz. Yaşları, fiziksel özellikleri, iletişim ve baş etme kapasiteleri birbirinden farklı olan, yaşadıklarını ifade etme ve duygularını yaşama biçimi farklılaşan farklı bireylerden bahsediyoruz. Her birinin ihtiyaçları ve yaşadıkları olaya verecekleri tepkiler birbirinden farklı. Öncelikle çocukları ve çocukluğu genellemeden sahaya gitmek gönüllüler için öncelikli olmalı. Çocuklarla kafalarında oluşturdukları kabulle iletişime geçtiklerinde, onların gerçek ihtiyaçlarını göremeyebilirler, kendi korku ve kaygılarını onlara yansıtabilir; onlar yerine karar vermeye başlayarak çocukların bir birey olduklarını unutabilirler. Gönüllülere “çocuğun önceliği önceliğiniz olsun” diyoruz mesela.
Gönüllü olacak kişilerin çalışacakları sahaya gitmeden önce bir koordinasyon dahilinde olmaları da çok önemli. İş bölümü yapmak, sorumlulukları belirleyerek hareket etmek ve mümkün olduğunca bu roller konusunda çocukları da bilgilendirmek gerekiyor. Bu bilgilerin içinde gönüllünün çocukları beklemeden kendisini tanıtması ve orada ne için ne kadar süre ile bulunacağını anlatması ilk basamak sayılabilir. Gönüllülerin sınırlara göre hareket etmesi de bunun bir parçası. Oraya bir amaçla kısıtlı bir süre için gidildiğinden çocuklarla iletişimi de bu sınırlar dahilinde tutmak hem çocuklar hem gönüllüler için koruyucu bir işleve sahip. Gitmeden önce olabildiğince sahaya dair bilgi edinmek; nerede, hangi çocuklarla, nasıl bir çalışma yapılacağı ile ilgili bilgi sahibi olmak, hazırlığı ona göre yapmak her zaman tavsiye ettiğimiz şeyler arasında.
Sahada önceki çalışmayı ilkeleri ile devralmak, orada olan çocukların rutinlerini korumak, güvenli bir alan oluşturmak için çok önemli. Orada olunan zaman boyunca gönüllülerin yaptıkları çalışmaları ve gözlemlerini raporlaması da takip yapabilmek için gerekiyor. Gönüllülerin, çocuklar için oraya gitmiş olsalar dahi, çocukla doğrudan iletişim halinde olmasına gerek olmayabilir. Her kişi kendi güçlü yönleri ve becerilerine göre bir rol üstlenebilir. Çocuklarla iletişim içinde olacak gönüllülerin takipte kalması, müdahale değil, eşlikçi rolü ile çalışmalara katılması, acil ve rutinin dışına çıkan davranışları ya da duygu durumlarını fark ettiğinde hemen uzmana bildirmesi yine çocuğun gönüllü gittikten sonra da güçlenmesini geliştirecek adımlar arasında.
Afet – Çocuk Sivil Koordinasyon Ekibi Psikososyal Destek Çalışma grubunun üretimleri içindeki “gönüllü alet çantası” içinde bu bilgileri toplu olarak içeriyor. Alet çantasında sahaya gitmeden önce, oradayken ve döndükten sonra saha etiği, çocuk koruma ve güvenliği, psikososyal destek, farklı ihtiyaçlarla çalışırken hak temelli kapsayıcı müdahaleler ve çalışanın iyi oluş halini desteklemek konusunda bilgiler, öneriler yer alıyor. Sahada olan, çocuklarla çalışma niyeti olan herkese öneririz:
Afet sonrasında çocukların ihtiyaçları nelerdi? Özellikle çocukların temel ihtiyaçlarının yanı sıra psikososyal desteğe ihtiyaçları oldu mu? Bununla ilgili ekip olarak nasıl bir çalışma yürüttünüz?
Afet sonrası akut dönemde çocukların en öncelikli ihtiyacı aslında herkes gibi güven içinde olma idi. Bu güvenli olma hali, bir yandan barınma, yiyecek, hijyen, sağlık gibi temel ihtiyaçları içerirken aynı zamanda -yine herkes gibi- görülmeye, duyulmaya, unutulmamaya, onlarla birlikte hareket edilmesine ihtiyaçları oldu.
Kamu kurumlarının acil müdahalede eksik kalması, koordinasyonun sağlanamaması maalesef en kırılgan gruplardan biri olan çocuklar için epey zorlayıcıydı. Korku, kayıp, ne olduğunu anlayamama, oradan oraya sürüklenme, kaybolma, iletişim kopuklukları ve desteğe giden insanların da el yordamıyla hareket etmeleri sonucu yıkımın etkisi büyüdü.
Koordinasyon olarak gidecek ekiplere ve gönüllülere çocuklarla ilk karşılaşmalarından devam eden çalışmalara destek olmak, orada kalmaktan yeni çalışmalar organize etmeye kadar çocuk hakları odaklı ilkeler ve pratikler üzerine çalıştık. Her üretimin olabildiğince anlaşılır, erişilebilir olmasını ve basitleştirerek yaygınlaştırılmasını istedik.
6 ve 7 Şubat’ta meydana gelen depremler sonucu “çocuklarla iletişim” başlıklı ilk notumuzu 8 Şubat’ta yayınladık. Burada çocuklarla iletişimde gözetilmesi ve sakınılması gerekenler odağımızı oluşturduk. Çocukların kendi ifadeleri, kendi öncelikli ihtiyaçları, çeşitlilikleri ve algıları, her birinin deprem anını ve sonrasını deneyimlemedeki farklılıkları, onların hızlarıyla yoldaşlık yapılmasını ve sınırlar üzerine özellikle odaklandık. Temel ihtiyaçların dağıtımı konusunda çocuk hak temelli yaklaşım, oyun konusu ve oyuncak seçimi, çocukların yakınlarının kaybı ya da uzuv kayıpları durumunda bilgilendirilmesi ve desteklenmesi; eğitim, sağlık ve sosyal hizmetlere erişimde destekler ve medyada çocuk görünürlüğü, ergen çocukların özel durumu, süreç boyunca odağımızda tuttuğumuz ihtiyaçlardandı. Süreç boyunca çocuklar kadar çocuklarla iletişimde olan (hekimler, öğretmenler, sosyal hizmet çalışanları, haberciler, vs) için de destekleyici içerikler üzerinde çalıştık.
Ekip çocuk hakları alanında uzman ve uzun süredir sivil alanda çalışan gönüllülerden oluştuğu için hem kişisel olarak bize ulaşanlar hem ana akım ve sosyal medyadan takip ettiklerimiz hem de o bölgeden gelen bilgileri hızlıca işleyip organize olduk. Böylece ihtiyaca çok hızlı cevap verebileceğimiz bir sistem geliştirdik.
Kayıp ve refakatsiz çocukların güvenliği için nasıl bir kayıt-takip süreci işletildi? Burada da hak ihlalleri oluştu mu? Bunları biraz açabilir misiniz?
Afetlerde çocukların refakatsiz kalabildiği gibi çocuk kaçakçılığı, cinsel istismar, organ kaçakçılığı da dâhil olmak üzere her türlü ihlal için zemin oluştuğu bilinen bir gerçek. Çocukların afetlerde maruz kalacağı olumsuzlukların önlenebilmesi için; doğru kayıt-takip sürecinin yapılması, bu sürecin resmi kurum ve görevliler tarafından yürütülmesi, her adımın çocuğun üstün yararı gözetilerek atılması çok önemli. Ve afet sırasında el yordamıyla değil, afet yaşanmadan önce bütüncül bir afette çocuk güvenliği eylem planının olması gerekirdi.
Deprem gerçeğiyle yüz yüze yaşadığımız, üstelik daha önce yaşanan depremlerin deneyimleri de olan bir coğrafyada depreme bu kadar hazırlıksız, plansız olmak başlı başına çocuk hakları ihlali içeriyor aslında. Deprem sonrasında da çocuklarla ilgili sürecin hiçbir aşaması çocuk güvenliği gözetilerek yürütülmedi ne yazık ki.
Arama kurtarma sırasında bir kayıt-takip sisteminin olmaması sorunun temelinde yer alıyor. Elbette yıkım ve kayıp çok büyüktü ve arama kurtarma ekipleri, sağlık çalışanları insan üstü bir güçle çalışmak zorunda kaldılar. Bununla birlikte hızlı hareket etme refleksi çocukların kayıt alınmaksızın hastanelere götürülmesine, yakınları ve çocukların arasındaki bağın daha ilk basamakta kopmasına neden oldu. Enkazdan çıkarılan bir çocuğun hangi adresten çıkarıldığı, kimden teslim alındığı, enkaz çevresinde çocuğun akrabalarının ya da tanıyan kimsenin olup olmadığı, kime teslim edildiği gibi çocuğun takibinin yapılmasını kolaylaştıracak kayıtlar tutulmalıydı.
Enkazdan çıkan birçok çocuk, bölgeye yakın yüksek kapasiteli hastaneler yetersiz olduğu için Ankara, İstanbul gibi kilometrelerce uzaklıktaki hastanelere sevk edildi. Yani çocuklar hiçbir kayıt olmaksızın başka illerdeki hastanelere gönderildi. Ailelerin çocuklara ulaşmasını sağlayacak olan yerel ve merkezi başvuru mekanizmaları da yeterli düzeyde oluşturulmadığı için yakınları, çocukların izini sürmek için dedektif gibi çalışmak zorunda kaldı. Üstelik her şeyini kaybetmiş olan insanlar, çocuklarını şehir şehir ararken konaklama ve barınma olanaklarını da kendi çabalarıyla çözmek durumunda kaldılar. Çocukların kendilerini ifade edecek yaşta ya da durumda olmamaları da eklenince işin boyutu daha da büyüdü. Maalesef çocukların durumu kayıt tutulamamasına gerekçe olarak da gösterildi, oysa tam da bu nedenle kayıtların çocukların enkazdan ilk çıkarıldığı ya da ilk sevkin yapıldığı yerlerde tutulması elzemdi.
Bu sistem olmayınca sosyal medya üzerinden aramalar acayip bir düzeye ulaştı. Sosyal medyada çocuklara ait her türlü bilginin, görselin yaygınlaşması da çocuk güvenliğini riske atan etkenlerden biri oldu.
Koordinasyon’da yer alan Kayıp-Aranan Çocukları İzleme çalışma grubu ile ilk günden itibaren sosyal medya taramasıyla verileri tutmaya çalıştık. Sosyal medya ilanlarının bir kısmının çocuklarını arayan ailelere/yakınlara, bir kısmının ise ailesinden/yakınlarından ayrı düşmüş refakatsiz çocuklara ait olduğunu gördük. İlanlardaki iletişim numaralarını arayarak teyit ettiğimiz, çocuk güvenliği ilkelerini dikkate alarak kaydettiğimiz verileri resmi kurumlarla düzenli olarak paylaştık. Verilen ilanlardaki çocukların yaklaşık yüzde 70’inin 0-3 yaş aralığında olduğunu, ilanların yüzde 13’ünde çocukların isim bilgisinin bulunmadığını tespit ettik. Aranan ya da refakatsiz çocuk ilanları sırayla; Hatay, Adıyaman, Kahramanmaraş, Gaziantep, Malatya, Şanlıurfa illerinde yoğunlaştı. Ancak il bilgisi bulunmayan ilanlar da vardı.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının kamuoyuyla paylaştığı verilerde; kaç çocuğun yakınlarına teslim edildiği, hangi hastanede kaç çocuğun bulunduğu, bunlardan kaçının refakatsiz olduğu, kurum bakımına kaç çocuğun alındığı bilgisi mevcut. Ancak halen kaç çocuğun aranır durumda olduğu ya da bulunamadığı bilgisi hiç paylaşılmadı. İzleme sürecinde bir yandan kamuoyunu bilgilendirirken bir yandan da bu tür sistemin işleyişine dair bilgi edinme sorularını Aile ve Sosyal Hizmetler ve Sağlık Bakanlığına yönelttik, süreçte gördüğümüz boşlukları ve düzenleme önerilerimizi paylaştık.
Ebeveyni ile birlikte hastanedeyken, haber verilmeksizin başka hastaneye sevk edilen, yakını ambulansa alınmadığı için izi kaybedilen, kayıtlı olduğu halde hastane tarafından ailesine sağlıklı bilgi verilmeyen, ailesi hayatta olduğu ve çocuğu aradığı halde kimsesizler mezarlığına defnedilen çocuklar oldu. Bunlar sadece bizim denk geldiğimiz vakalar. Tüm bu ihlal durumları, bireysel eylemlerle ortaya çıkmış gibi görünse de sorun sistemsel bir sorun ve halen önümüzde duruyor.
Peki sizce, hızlı ve doğru planlama, iyi bir afet-kriz yönetimi bu süreçte nasıl olmalıydı?
Hiçbir afetin kader, kısmet, fıtrat olmadığı, önlenmesi mümkün olmayan durumlarda bile koruyucu tedbirlerin alınabileceği bir çağda yaşıyoruz. Bu yüzden de olması gereken afet sonrası gerek akut çalışmaların gerekse uzun vadeli destek çalışmalarının bütüncül, sistematik ve özenli bir şekilde kısaca hak temelli bir yaklaşımla yürütülmesidir. Afetten doğrudan veya dolaylı olarak etkilenenlerin tek başına, kötü koşullarda, belirsizlik içinde, bilgilendirilmeden ve desteksiz bırakılması asla kabul edilebilir değil. Depremden etkilenenleri tek tipleştirmek, onları edilgen, muhtaç, pasif aktörler olarak ele almak, bireysel özelliklerini ve ihtiyaçlarını yok saymak insani yardımın temelini oluşturan “zarar vermeme” ilkesine ters düşüyor. Bunların yaşanmaması için de depremden etkilenenlerin ihtiyaçlarını odak olan, eldeki ve toplumsal kaynakları harekete geçirip yönlendiren bir koordinasyon gerekiyor. Söz konusu koordinasyonun depremden etkilenenler içerisindeki kırılgan grupları öncelikleyen, onların ihtiyaçları ve bu ihtiyaçların karşılanması konusunda kaynakları bir araya getiren bir yaklaşıma sahip olması şart.
Bir arada yaşama kültürünün gereği ve bir arada yaşamın afet sonrasında yapılmayanlar nedeniyle zarar görmemesi için afet yönetimi, toplumsal bir müdahale gerektirir. Nitekim afete doğrudan maruz kalanlar kadar afete tanık olanlar veya afetten haberdar olanlar için yaşananların yıkıcı sonuçları olur. Bu nedenle sivil toplumun bu süreçte güçlü bir aktör olması gerektiği göz ardı edilmemeli. Bu noktada da koordinasyonu yürütenlerin sadece kendilerine yakın örgütlenmelere alan açması ve onlara olanak sunması değil depremden etkilenenlerin hak ve ihtiyaçlarını bütüncül ve hak temelli ele alarak tüm sivil topluma alan açması, yapabilirliklerini desteklemesi önemli hale geliyor.
Afette çalışacak tüm ekiplerin uzman kişilerden oluşuyor olması gerekiyor. Ayrıca veri toplamak, verileri işlemek, bölgede çalışan herkesin güvenliği ve desteklenmesi için araçlar ve alanlar oluşturmak uzun süreli ve etkili kriz yönetimi için şart. Sivil toplum ya da gönüllüler her ne kadar orada olsa da hızlı ve doğru planlama ve kriz yönetimi görevi devlete ait. Dolayısıyla sivil alan ve gönüllüler her ne kadar akut desteğini devam ettirse de devlete görevini hatırlamayı da ihmal etmemeli.
Tekrar tekrar hatırlatmak gerekir ki depremden etkilenenleri tek tipleştirmek, onları edilgen, muhtaç, pasif aktörler olarak ele almak, bireysel özelliklerini ve ihtiyaçlarını yok saymak kabul edilebilir değil. Bunun önlenmesi için en önemli ve gerekli araç ise “katılım”. Afet sonrası toparlanma, iyileşme ve yeniden inşa süreçlerinde depremden doğrudan ve dolaylı olarak etkilenen herkesin sürecin aktif bir öznesi haline gelebilmesini sağlayabilecek bir süreç yapılandırmak şart.
Afet sonrasında çocukların eğitim, barınma ve sağlık ihtiyaçları nasıl karşılandı ya da karşılanabildi mi belki daha doğru bir soru?
Depremin birinci ayında, hem kamuoyunun dikkatini çekmek hem de devlete, kurumlarını, çalışmalarını çocuk hakları temelli biçimde yürütmeye davet etmek üzere “Farkında mısınız?” başlıklı bir metin yayınladık.1 Bu dönem deprem bölgesinden çadır kentlerde yaşamın başladığı ve önemli bir nüfusun da illerinden başka illere zorunlu olarak göçtüğü bir dönemdi. Metinde yer alan tespitlerden de anlaşılacağı gibi, bizim görebildiğimiz kadarıyla barınma alanlarının kurulumu öncelendi ancak bu yaşam alanlarında çocukların ve herkesin temel ihtiyaçlarına erişiminde yetersizlikler yaşandı. Örneğin çadır alanlarının güvenliği, hijyen koşulları, beslenme olanakları sınırlılıklar içerdi. Enkaz kaldırma çalışmaları, toplumun ve toprağın sağlığı gözetilerek yürütülmedi. Sağlık hizmetlerine erişim, kişilerin özel araçları olmadığı durumlarda çok zor oldu. Salgın risklerine karşı kapsamlı önlemler alınmadı, neyse ki büyük salgınlar yaşamadık. Eğitim ihtiyaçları büyük ölçüde ertelendi. Sınav yılı olan 8. ve 12. sınıflar için özel sınıflar açıldı ancak bunun dışında kalan çok kalabalık bir grup eğitim süreçlerinin tamamen dışında kaldı. Başka illere göçen çocuklar oralardaki okullara kayıtlarını alabildiler ancak okula devam etmeleri için özel destekler sunulmadı, bunun yerine bu çocuklar için devam koşulu kaldırıldı.
Bir de elbette ihtiyaçları farklılaşan çocuklar var. Özel gereksinimli çocuklar, mülteci çocuklar, kapalı kurumlarda yaşayan koruma altında olan ya da mahpus olan çocuklar. Ya da köylerde yaşayan, köylere göçen çocuklar. Bu çocukların özel durumlarına ve ihtiyaçlarına dair çok zor bilgi alabildik. Bu çocuklar için bütün bu bahsettiğimiz temel ihtiyaçlar nasıl karşılandı, neler eksik kaldı çok bilmiyoruz aslında.
Çocuk hakları savunucuları olarak yıllardır devletin çocukların durumuna dair ayrıştırılmış, düzenli ve açık veri toplamasını talep ediyoruz. Etkin bir izleme sistemi olması gerektiğini söylüyoruz. Depremle yaşadıklarımız bunun ne kadar yaşamsal olduğunu bir kez daha gösterdi. Ve şimdi de aynı durumdayız. Konteyner kentlerin sayısı artıyor ve çocuklar -önceki deneyimlerden bildiğimiz gibi- yıllarca yaşayacakları “geçici” konutlarına yerleşiyorlar. Veri toplama ve izleme süreci, çocukların ihtiyaçlarını görüp gerekli düzenlemeleri yapabilmek için şart. İzleme sürecinin tamamlayıcı ayağı ise bilgilendirme. Maalesef çocuklara yönelik bir bilgilendirme örneği görmedik henüz.
Son olarak afet bölgelerinde çocuk hak ihlallerinin önlenebilmesi ve çocuk dostu alanların oluşturulabilmesi için, bu alanda çalışma yapanlara söylemek istediğiniz bir şeyler var mı? Onlara nasıl bir çağrıda bulunmak isterdiniz?
Depremin hemen ardından “Geçici Barınma Alanlarında Çocuk Hakları Temelinde Sağlanması Gereken Koşullar” başlıklı bir bilgi notu yayımlamıştık.2 Ardından bir de çocuk dostu alanların yer seçimi, mekânsal tasarımı ve mekân içi ekipmanlarının belirlenmesinde dikkat edilmesi gerekenleri detaylandırdık.3
Konteyner kentlerde belirli ölçüde düzen sağlansa da, paylaştığımız koşulların eksikliğini hala pek çok alanda gözlemliyoruz. Bu durum çocukların yaşamlarını sınırlayan ve güvenliklerini riske atan sonuçlara sebep oluyor. Konteyner kentler yapı itibariyle bölgenin iklim koşulları için zorlayıcı. Çocukların yazın güneşten ve sıcaktan, kışın da yağıştan ve soğuktan korunmasını sağlayacak alanlar içermiyorlar.
Ayrıca, geçici barınma alanlarında, konteynerlerin kapasitesinden kaynaklanan bir mahremiyet sorunu var. Konteynerler bölgenin demografik yapısına göre oldukça küçük kalıyor. Dolayısıyla çocukların kendi konteynerleri dışında zaman geçirebilecekleri çocuk alanlarının çeşitlenmesi ve çoğalmasının önemi artıyor. Bunun yanı sıra, çocuk ihmal ve istismarına dair izlemelerin de yapılmasını gerekli hale getiriyor.
Konteyner kentlerde yaşayan çocukların sosyo-kültürel durumlarını dikkate alan, farklı yaş gruplarının ihtiyaçlarına göre düşünülmüş ve çeşitlendirilmiş çocuk alanlarına ihtiyaç var. Bu yalnızca oyun alanları ile sınırlı olarak düşünülmemeli. Çocukların çizim yapabilecekleri, dinlenebilecekleri, ders çalışabileceği, arkadaşlarıyla ya da yalnız vakit geçirebilecekleri, spor yapabilecekleri, hareket edebilecekleri erişilebilir ve güvenli alanların artması gerekiyor. Özellikle küçük yaş için, oyun parkları dışında nitelikli zaman geçirebilecekleri alanlara ve bu alanları düzenleyecek deneyimli erken çocukluk çalışmacılarına ihtiyaç olduğunu gözlemliyoruz.
Donanımların varlığı kadar nasıl kullanıldığı da önemli. Çocukların, bu alanların kullanımında söz sahibi olması, kendilerini ilgilendiren durumlara ilişkin bilgiye erişebilmesi, ihtiyaçlarının gözetilmesi ve fikirlerinin alınması büyük önem taşıyor. Örneğin konteyner kentlerin içinde yer alan spor alanlarının kullanımında farklı yaştaki çocukların ve yetişkinlerin ortak kullanım hallerinin katılımcı biçimde düzenlenmesi gerekiyor.
Bir kez daha altını çizmek iyi olur, Koordinasyon’da geçici barınma alanlarına erişimimiz dolayısıyla bu alanlara dair bilgimiz, daha yüksek. Deprem illerinde köylerde yaşayan ya da başka illere göçmüş olan çocukların durumlarına dair burada paylaştığımız kadar bile bilgimiz yok maalesef.
Son olarak yaşam alanlarının donanımıyla ilgili şöyle bir notu da düşelim. Depremin hemen sonrasında epeyce yüksek olan gönüllü çalışmaların giderek azaldığını gözlemliyoruz. Oysa afetin etkileri tüm yakıcılığıyla devam ediyor. Bu nedenle devletin sorumlulukları kadar, çocuklara yönelik hak temelli çalışmaların önemi ve eksikliğinin sürekli gündemde tutulması, bu alanda uzun dönemli planlamalar yapılması öneminin de altını çizmek isteriz.
Bizler de Çember dergi ekibi olarak, hem deprem sürecinde ve sonrasında yaptığınız ve bundan sonra da yapacağınız çalışmalar için hem de alana sunduğunuz bütüncül çocuk politikası katkıları için size çok teşekkür etmek isteriz. Emeğinize sağlık!
- https://afetcocukkoordinasyon.org/depremlerin-birinci-ayinda-cocuklarin-durumunun-farkinda-misiniz/ ↩︎
- https://afetcocukkoordinasyon.org/gecici-barinma-alanlarinda-cocuk-haklari-temelinde-saglanmasi-gereken-kosullar/ ↩︎
- https://afetcocukkoordinasyon.org/afet-bolgelerinde-cocuk-dostu-alanlarin-yasama-gecmesi-icin-kamu-kurumlarina-stklara-tasarimcilara-cagri/ ↩︎

